Hakkaniyete Uygun Yargılanma ve Çalışma Hakkının İhlal Edildiği İddialarına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Cevat Güler Başvurusu

Başvuru; iş akdinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

CEVAT GÜLER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/18791)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; iş akdinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu 15/12/2010 tarihinden itibaren M.A.İ.V.N.P. Tesisleri İşletme Başkanlığı Batı Bölge İstanbul İşletme Müdürlüğü (Şirket) bünyesinde kalifiye işçi olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 21/7/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 27/7/2017 tarihinde tutuklanmıştır.

3. Şirket 22/7/2017-27/7/2017 tarihleri arasında başvurucunun devamsızlık yaptığına dair tutanak tutmuştur. İşyeri Disiplin ve Danışma Kurulu tarafından 28/7/2017 tarihinde özürsüz ve mazeretsiz olarak mesaiye gelmeme nedeniyle başvurucunun görevden çıkarma cezası ile tecziye edilmesine karar verilmesi üzerine iş akdi feshedilmiştir. Söz konusu karar başvurucunun eşine 2/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

4. Başvurucu 21/8/2017 tarihinde Şirkete dilekçe sunmuştur. Dilekçesinde, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenen sürenin beklenmesini talep etmiş ve tutuklama zaptı örneğini dilekçesine eklemiştir.

5. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 29/12/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluğun devamını gerektirir hukuki durum mevcut olmadığından tahliyesine karar vermiştir.

6. Şirket 12/1/2018 tarihinde başvurucunun iş akdinin 17/9/2017 tarihi itibarıyla feshedilmesine karar vermiştir. Fesih kararında, İşyeri Disiplin veDanışma Kurulunun 28/7/2017 tarihli görevden çıkarma kararının usul hatasından dolayı iptal edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinden dolayı ihbar süreleri gözönüne alınarak 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesindeki bildirim süresi olan sekiz haftanın beklenmesi ve tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 17/9/2017 tarihi itibarıyla iş akdinin feshedilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

7. Başvurucu 15/1/2018 tarihinde Şirkete başvurarak görevine iade talebinde bulunmuştur. Şirket, başvurucunun tutukluluğundaki süre gözönünde tutularak iş akdinin feshedildiğini belirterek 26/1/2018 tarihinde başvuruyu reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 1/3/2018 tarihinde feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle dava açmıştır.

8. İstanbul Anadolu 15. İş Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2019 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararda, Şirketin 12/1/2018 tarihli kararı fesih sebebini değiştirme olarak yorumlanmış ve feshe dayanak yapılan sebeplerin sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun ihbar süresi içinde 21/8/2017 tarihinde tutukluluk durumunu bildirdiği ve Şirketin bu bildirimle ilgili olarak herhangi bir işlem yapmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun haklı ve mazur görülebilecek, kendi kusurundan kaynaklanmayan ve iradesi dışında gelişen sebeplerle başvuru talebinde bulunamadığı anlaşıldığından davanın kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

9. Şirket 20/11/2019 tarihinde anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu 27/11/2019 tarihinde istinaf başvuru dilekçesine cevap vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/2/2021 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda, 12/1/2018 tarihinde devamsızlık nedeniyle yapılan feshin usul hatasından dolayı iptal edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinden dolayı ihbar süresi de gözönünde tutularak 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesinde belirtilen sekiz haftalık bildirim süresinin beklendiği ve bu süreyi aşan tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 17/9/2017 tarihi itibarıyla iş akdinin feshedildiği ifade edilmiştir. Şirket tarafından başta tutukluluk hâlinin bilinmediği, daha sonra tutukluluk hâlinin öğrenilmesi ile birlikte 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesi uyarınca iş akdinin feshedilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

10. Nihai karar başvurucuya8/3/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

11. Başvurucu; Bölge Adliye Mahkemesince feshe bağlılık ilkesinin ihlal edildiğini ve Şirket tarafından fesih sebebinin sonradan değiştirildiğini belirtmiştir. Bunu ısrarla belirtmesine karşın Bölge Adliye Mahkemesince durumun usul hatası olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Tutukluluk hâlini Şirkete bildirmesine rağmen Şirket tarafından bildirim yapılmamış gibi karar alındığını iddia ederek adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

12. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin yargı mercilerine ait olduğu ve ilgili yargı mercileri tarafından yapılan tespit ve değerlendirmelerin bariz bir takdir hatası ve keyfîlik içermediği belirtilmiştir. Başvurucunun şikâyetlerinin kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

13. Başvurunun bu kısmı hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

14. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam [2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

15. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda mahkemelerin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa’daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa’da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

16. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule dair bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin, mahkemelerin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi mahkemelerin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

17. Başvurucu, Şirket bünyesinde çalışmaktayken 27/7/2017 tarihinde tutuklanmıştır. İşyeri Disiplin ve Danışma Kurulu tarafından 28/7/2017 tarihinde devamsızlığa bağlı olarak görevden çıkarma cezası verilmesi üzerine başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 21/8/2017 tarihinde tutuklanma hususunu Şirkete bildirmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Şirket 12/1/2018 tarihinde görevden çıkarma cezası nedeniyle iş akdinin feshedilmesine dair kararın usul hatasından dolayı iptaline ve tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesinde yer alan sekiz haftalık bildirim süresi de dikkate alınarak 17/9/2017 tarihi itibarıyla başvurucunun iş akdinin feshedildiğine karar vermiştir. Başvurucu 15/1/2018 tarihinde Şirkete başvurarak işe dönmeyi talep etmiştir. Talebin kabul edilmemesi üzerine feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.

18. Mahkeme davayı kabul etmiştir. Kararda; Şirketin 12/1/2018 tarihli kararının fesih sebebinin değişikliği anlamına geldiğini, feshe dayanak yapılan sebeplerin sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun ihbar süresi içinde tutukluluk hâlini Şirkete bildirmiş olduğunu, bu durumla ilgili olarak Şirket tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını belirterek feshin geçersiz olduğunun tespitine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir.

19. Bölge Adliye Mahkemesi ise Şirket tarafından 28/7/2017 tarihli kararın sehven alındığı gerekçesiyle usul hatasından dolayı iptal edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle sekiz haftalık bildirim süresinin beklendiğini ve bu süreyi aşan tutukluluk hâlinin devam etmesi sonucunda 12/1/2018 tarihli karar ile 17/9/2017 tarihinden geçerli olmak üzere fesih işleminin yapıldığını ifade etmiştir. Kararında ayrıca Şirketin başlangıçta tutukluluk hâlinden haberdar olmaması üzerine devamsızlığa dayalı fesih yoluna gittiğini vurgulamış ve başvurucunun tutukluluk hâlini sonradan bildirmesi üzerine bilahare alınan 12/1/2018 tarihli kararın hukuka uygun olduğu kanaatine varmıştır.

20. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği, ilgili mevzuatı yorumlamak yargı mercilerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğidir. Bu kapsamda bilirkişi raporunun değerlendirilmesi ve bu değerlendirmeye göre tazminat miktarının hesaplanması Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, mahkemelerce yapılan yorumların Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir.

21. Somut olayda başvurucu; tutuklandığını, tutuklandığı tarihten itibaren yaklaşık 1 ay sonra Şirkete bildirmiştir. Şirket, tutuklanma durumunun en başta bildirilmemesi nedeniyle ilk önce devamsızlığı gerekçe göstererek iş akdini feshetmiştir. Daha sonra 12/1/2018 tarihinde karar alarak, usul hatası içeren ilk kararını iptal etmiş ve başvurucunun tutukluluk durumunu gözönünde bulundurarak sekiz haftalık bildirim süresinden sonra iş akdinin 17/9/2017 tarihi itibarıyla feshedilmesine karar vermiştir.

22. Mahkeme, Şirket tarafından verilen 12/1/2018 tarihli kararı fesih sebebinin değiştirilmesi olarak kabul etse de Bölge Adliye Mahkemesi, Şirket tarafından usul hatası nedeniyle 12/1/2018 tarihli kararın alındığını ifade etmiştir. Bu kararda mevzuatta belirtilen bekleme sürelerine riayet edildiğini, zımnen de olsa söz konusu durumun fesih sebebinin değiştirilmesi olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir. Bu sebeple yapılan feshin hukuka uygun olduğunu dile getirmiştir.

23. Mahkemelerce sonuca hangi nedenle ulaşıldığının, başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçe sunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesinin yaptığı değerlendirme hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasına yönelik olup bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir unsur içermediği anlaşılmıştır. Bu itibarla başvuru konusu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve hukuk kurallarını yorumlamasına ilişkin olduğu, mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Çalışma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

25. Başvurucu, haksız bir şekilde iş akdinin feshedilmesi nedeniyle çalışma hürriyetinin elinden alınmasından şikâyet etmiştir. Öte yandan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Başvurunun bu kısmı çalışma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

27. Anayasa Mahkemesinin Onurhan Solmaz ([1. B.], B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) ve Serkan Acar ([1. B.], B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 24) kararlarında yer alan tespit ve değerlendirmelere göre özetle ihlal edildiği ileri sürülen çalışma hürriyeti ve çalışma hakkının Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmediği sonucuna ulaşılmıştır.

28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Çalışma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin Anayasa Mahkemesi Ayla Acar Bireysel Başvurusu

Başvuru, işe iade ve işe başlatmama durumunda ödenecek tazminata hükmedilmesi talebiyle açılan davada ilk kez istinaf mahkemesinin kesin olarak verdiği kararla öğrenilen ve kararın gerekçesini oluşturan hususa dair savunma hakkının tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, iş sözleşmesinin belirsiz süreli olduğunu ve bu konuda savunma yapma imkânı verilmeden feshedildiğini belirtmiştir. Ayrıca, fesih gerekçesiyle mahkeme kararındaki gerekçenin farklı olduğunu, bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

AYLA ACAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/41180)

Karar Tarihi: 2/7/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, işe iade ve işe başlatmama durumunda ödenecek tazminata hükmedilmesi talebiyle açılan davada ilk kez istinaf mahkemesinin kesin olarak verdiği kararla öğrenilen ve kararın gerekçesini oluşturan hususa dair savunma hakkının tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu, iş sözleşmesi feshedilene kadar İstanbul Gelişim Üniversitesinde (İGÜ) yardımcı doçent olarak görev yapmıştır. Fesih üzerine Bakırköy 14. İş Mahkemesinde (Mahkeme) feshin geçersizliğinin tespiti ile işe iadesine karar verilmesi, işverence işe başlatılmaması hâlinde 8 aylık ücreti tutarında tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi, kararın kesinleştirilmesine kadar çalıştırılmayan süreler için 4 aylık ücret ve diğer tüm hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır.

3. Mahkeme uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; vakıf üniversiteleri ile öğretim elemanları arasındaki uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğuna dair Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay kararları olduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 130. maddesi ve 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu hükümleri ile özellikle kadroların akademik yönden belirlendiği, sözleşmelerin onaya tabi tutulduğu gözetildiğinde vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim elemanlarının idari sözleşmelerle çalıştığının kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Yargıtayın da Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarından hareketle bu tür uyuşmazlıklarda idari yargının görevli olduğuna dair kararının bulunduğu vurgulanmıştır.

4. Başvurucunun istinaf kanun yoluna başvurması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 30. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) sair istinaf sebeplerinin yerinde görülmemesine, davanın iş mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğine yönelik istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 8/3/2021 tarihli emsal kararı dikkate alındığında taraflar arasındaki belirli süreli iş sözleşmelerinin birden fazla yenilenmiş olmasının sözleşmeyi belirsiz hâle getirmeyeceği belirtilmiştir. Başvurucunun belirli süreli iş sözleşmesi ile vakıf üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştığı için iş güvencesi hükümlerinden faydalanamayacağından işe iade davasının reddine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

5. Başvurucu nihai hükmü 18/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 16/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

6. Başvurucu; Bölge Adliye Mahkemesi kararının gerekçesi ile fesih sebebinin farklı olduğunu, işverenin sözleşmenin türünün belirli süreli iş sözleşmesi olduğunu ileri sürmediğini, ilk sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren sürekli çalıştığı için sözleşmenin belirsiz hâle dönüştüğünü iddia etmiştir. Sözleşme feshedilirken ve yargılama sürecinde sözleşmenin türüne ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadığından bu duruma yönelik savunma hakkının engellendiğini, fesih sebebinin gerçeği yansıtmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

7. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; Bölge Adliye Mahkemesinin iş sözleşmesinin türünü tespit ettiği ve sonucuna göre başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağını değerlendirdiği, tüm delillerin toplanarak karar verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun şikâyetlerinin kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının tespitinin önem arz ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihatları ve somut olayın kendine özgü şartlarının da dikkate alınması gerektiği dile getirilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. Başvuru, silahların eşitliği ilkesi kapsamında incelenmiştir.

9. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

10. Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes iddiasavunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa’nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan [1. B.], B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

11. Anayasa’nın 36. maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması imkân dâhilinde değildir (Mehmet Fidan, § 38).

12. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan [2. B.], B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer [1. B.], B. No: 2013/2116, 23/1/2014, §§ 18, 19).

13. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin yargılama sürecinde uygulanan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin usul kanunlarına uygunluğunu denetleme görevi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi yargı mercilerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri ve yargılamanın bütününe tesir eden usule ilişkin kararların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile teminat altına alınan güvencelere uyumluluğunu denetlemektir. Bu bağlamda yapılacak denetimde delillere ilişkin taraflar arası dengesizlik veya sonuca yönelik hakkaniyetsiz iddiaları yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Nitekim ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Ali Rıza Terzioğlu [2. B.], B. No: 2018/6471, 17/11/2022, § 34).

14. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararının gerekçesini oluşturan ve ilk kez bu kararla haberdar olduğu hususa ilişkin olarak savunma hakkını kullanamadığından yakınmıştır.

15. İGÜ Güzel Sanatlar Fakültesi (Fakülte) İletişim Tasarımı Bölümünde yardımcı doçent olarak görev yapmaktayken başvurucunun üç yıllık atama süresi sona erdiğinden aynı kadroya yeniden atanması için yayınlarını değerlendirmek üzere bilim jürisi oluşturulmuştur. Jürinin hazırladığı raporlar doğrultusunda başvurucunun yardımcı doçent kadrosuna yeniden atanması için 19/6/2015 tarihinde Fakülte Yönetim Kurulu kararı alınmış, bu karar aynı tarihte Rektörlüğe bildirilmiştir. Ardından başvurucunun yardımcı doçent kadrosuna ataması yapılmıştır.

16. Üç yıllık atama süresi sona erince başvurucunun tekrar doktor öğretim üyesi kadrosuna (yardımcı doçentlik kadrosu kaldırılarak yerine doktor öğretim üyesi kadrosu ihdas edildiğinden) atanmasına yönelik olarak yayınlarını değerlendirmek üzere 13/6/2018 tarihli Fakülte Yönetim Kurulu kararıyla bilim jürisi oluşturulmuştur. Bilim jürisi üyelerinin hazırladığı raporlar gereğince başvurucunun doktor öğretim üyesi kadrosuna yeniden atanması için 25/6/2018 tarihinde Fakülte Yönetim Kurulu kararı alınmış, bu karar aynı tarihte Rektörlüğe bildirilmiştir. Ancak İGÜ Personel Daire Başkanlığının fesih bildirimi konulu 27/7/2018 tarihli yazısında, 30/1/2017 tarihli senato kararıyla yürürlüğe giren İGÜ Öğretim Üyeliğine Atama ve Yükseltme Kriterlerinde belirtilen şartları sağlamadığından bahisle başvurucunun doktor öğretim üyesi kadrosuna yeniden atanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.

17. İşveren; yargılama sürecindeki cevap dilekçesinde başvurucunun 15/2/2012 tarihinde yardımcı doçent ve 26/6/2015 tarihinde doktor öğretim üyesi olarak atandığını, 26/6/2018 tarihine kadar görevine devam ettiğini ifade etmiştir. İGÜ Öğretim Üyeliğine Atama ve Yükseltme Kriterlerinde belirtilen şartları sağlayamaması nedeniyle başvurucunun doktor öğretim üyesi kadrosuna yeniden atanmasının uygun görülmediğini, bu sebeple üniversitede başka bir iş yapamayacağından dolayı 31/7/2018 tarihinde iş sözleşmesinin zorunlu olarak feshedildiğini savunmuştur. Mahkeme idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle davayı usulden reddetmiştir.

18. Başvurucu, istinaf dilekçesinde özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemesinin görevli olduğunu ileri sürmüştür. Bölge Adliye Mahkemesi ise uyuşmazlığın iş mahkemesinde çözümlenmesi gerektiğini belirterek işin esasını incelemiş ve taraflar arasındaki sözleşmenin türünden hareketle başvurucunun 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağına karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu sonuca ulaşırken 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesine göre kamu düzenine aykırılık hâlleri hariç istinaf dilekçesinde belirtilen sebepler ile sınırlı olarak inceleme yaptığını vurgulamıştır.

19. 6100 sayılı Kanun’un 353. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde bölge adliye mahkemesinin esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar vereceği hâller sayılmış olup bu hâllerden birisi anılan bendin (3) numaralı alt bendine göre mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması durumudur.

20. Ancak Bölge Adliye Mahkemesinin 6100 sayılı Kanun’un 353. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (3) numaralı alt bendini dikkate almayarak görevsizlik kararını kaldırmak suretiyle uyuşmazlığın esasını değerlendirdiği görülmüştür. Bu bağlamda sözleşmenin niteliğini belirli iş sözleşmesi kabul ederek işe iade davasının koşullarının oluşmadığı değerlendirmesinde bulunduğu, ilk elden uyuşmazlığın esasıyla ilgili inceleme yapması sonucu başvurucuya sözleşmenin türüne ilişkin savunma hakkı tanınmamasına yol açtığı, bu durumun ise başvurucuyu savunma hakkının kullanılması noktasında dezavantajlı duruma düşürdüğü anlaşılmıştır.

21. Yargılama sürecinde işveren sözleşmenin türüne ilişkin herhangi bir savunma ileri sürmediği gibi Mahkeme de yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden karar vererek davanın esasına dair bir değerlendirmede bulunmamıştır. Başvurucu ilk kez Bölge Adliye Mahkemesinin kesin olarak verdiği karar ile öğrendiği sözleşmenin türüne karşı iddialarını dile getirememiştir. Dolayısıyla başvurucunun yorumunu gerektirecek daha önce incelenmeyen konuya ilişkin yeni bir argüman ileri sürmesi mümkün olamamıştır.

22. Bu itibarla başvurucunun sözleşmenin türü nedeniyle iş güvencesine ilişkin olarak yapılan tespitten ilk kez kanun yolu denetimi sonucunda verilen nihai karar ile haberdar olduğu, Bölge Adliye Mahkemesinin bu tespitine yönelik etkili bir şekilde itiraz etme, karşı delillerini bildirme ve olaylar hakkında açıklama yapma fırsatının bulunmadığı, konuyla ilgili olarak dava dosyasında hiçbir bilgi veya belgeye yer verilmediği dikkate alındığında işverene nazaran zayıf bir konuma düşürüldüğü sonucuna ulaşılmıştır.

23. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

24. Başvurucu, ihlalin tespiti ile miktar belirtmeksizin manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

25. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa’nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

26. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın neticesiyle ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

27. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ilkesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin silahların eşitliği ilkesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 30. Hukuk Dairesine (E.2020/2463, K.2021/1927) iletilmek üzere Bakırköy 14. İş Mahkemesine (E.2018/415, K.2019/766) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/7/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.