Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiği İddiasına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Mustafa Güneş ve Bahar Özgür Başvurusu

Başvuru, yabancı dil sınavında alınan puanların şüpheli bulunması ve eşdeğer sınava girme zorunluluğu getirilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, 2002-2010 yılları arasında çeşitli yabancı dil sınavlarına katılmış, 2007 ve 2009 yıllarındaki ÜDS sonuçlarını kullanarak doçentlik başvurusu yapmıştır. Doçentlik için gerekli tüm koşulları sağlayan başvurucular, unvanlarını almış ve olayların yaşandığı dönemde farklı üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

MUSTAFA GÜNEŞ VE BAHAR ÖZGÜR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2022/77281)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, yabancı dil sınavında alınan puanın şüpheli bulunarak eş değer sınava çağrılma nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucular 2002-2010 yıllarında yapılan bazı yabancı dil sınavlarına katılmış ve sınavlardan 2007 ve 2009 yıllarında yapılan Üniversiteler Arası Kurul Yabancı Dil Sınavında (ÜDS) aldıkları puanları kullanarak doçentlik başvurusunda bulunmuştur. Yabancı dil koşulunun yanında öngörülen diğer şartları da sağlayan başvurucular, doçentlik belgelerini alarak doçent ünvanına sahip olmuştur. Başvurucular, başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihlerde farklı üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

3. 2017 yılında Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca ve başvurucuların görev yaptıkları üniversite rektörlüklerince başvurucuların da aralarında bulunduğu bazı akademik personelin yabancı dil sınav sonuçlarında anormallikler saptandığından bahisle, konu hakkında inceleme yapılması talep edilmiş; bunun üzerine Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) tarafından inceleme başlatılmıştır.

4. ÖSYM İhbar Değerlendirme Komisyonunca yapılan incelemelerde her bir başvurucu açısından aday değerlendirme raporu düzenlenmiştir. Bu raporlarda genel olarak başvurucuların önceki yıllarda aldıkları sınav puanları, şüpheli olduğu iddia edilen sınav puanı ile karşılaştırılmış, aradaki puan artışının hayatın olağan akışına uygun olmadığı değerlendirmesinde bulunulmuştur. Ayrıca başvurucu Bahar Özgür hakkında söz konusu değerlendirmeye ek olarak başvurucunun sınavda aldığı puanın hileyle alındığı yolunda ihbarda bulunulduğu ve başvurucu ile %98 oranında aynı cevap desenine sahip başka bir adaya ulaşıldığı bilgilerine yer verilmiştir. Sonuç olarak söz konusu raporlarda, olağan dışı durum tespiti nedeniyle başvurucuların eş değer sınava çağrılmaları gerektiği yolunda kanaat belirtilmiştir.

5. Bahsi geçen raporlardaki değerlendirmelerden hareketle ÖSYM Yönetim Kurulunca başvurucuların eş değer sınava çağrılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular, ÖSYM Başkanlığı Sınav Hizmetleri Daire Başkanlığınca düzenlenen yazılarla eş değer sınava çağrılmıştır.

6. Başvurucu Mustafa Güneş, eş değer sınava çağırma işlemine karşı iptal davası açmıştır. Davaya bakan İdare Mahkemesi, başvurucunun 2002 ÜDS Mart dönemi sınavından 20 puan aldığını, 2009 ÜDS ilkbahar dönemi sınavından 2,50 puan aldığını, bu sınavdan yaklaşık 6 ay sonra girdiği 2009 ÜDS sonbahar dönemi sınavından ise 65 puan aldığını, idarece başvurucunun sınav sonucunun olağan dışı olduğu kabul edilerek eş değer sınava çağrılmasının kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak idareye tanınan takdir yetkisi kapsamında olduğunu belirtmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucunun talebi üzerine temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

7. Başvurucu Bahar Özgür ise eş değer sınava çağırma işlemine karşı dava açmamıştır. Çağrıldığı yabancı dil sınavına girmiş ve sınavdan 37,50 puan almıştır. Bunun üzerine başvurucunun 85 puan olan 2007 ÜDS Ekim dönemi sınav sonucu geçersiz sayılmıştır. Başvurucu, sınav sonucunun geçersiz sayılmasına ilişkin işleme karşı iptal davası açmıştır.

8. İdare, Mahkemeye sunduğu savunmada Bahar Özgür adlı adayın ÜDS sınavında elde ettiği puanı hileyle aldığı yolunda ihbarda bulunulduğunu, yapılan araştırmada başvurucu ile %98 oranında aynı cevap desenine sahip başka bir adaya ulaşıldığını, ayrıca başvurucunun 2003-2007 yılları arasında katıldığı dokuz yabancı dil sınavından en yüksek 51,25 puan aldığını, sınav ortalamalarının 32 puan olduğunu, 2007 ÜDS Ekim dönemi sınav sonucunun ise hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde 85 puan olduğunu belirtmiştir. Davaya bakan İdare Mahkemesi, idarenin sınav sonuçlarında olağan dışılık tespit etmesi hâlinde ilgiliyi eş değer sınava çağırabileceğini, başvurucunun çağrılmış olduğu sınavdan 37,50 puan alması nedeniyle idarenin elindeki verilerin desteklendiğini, sonuç olarak başvurucunun 85 puan olan 2007 ÜDS Ekim dönemi sınav sonucunun olağan dışı olduğunu belirterek davayı reddetmiştir. Anılan karar, başvurucunun talebi üzerine temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

9. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra otuz gün içinde bireysel başvuru yapmıştır.

10. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

11. Aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunan 2023/4845 numaralı başvuru ile 2022/77281 numaralı bireysel başvurunun birleştirilmesine karar verilmesi gerekir.

12. Başvurucular; özetle idarenin söz konusu sınavlarla ilgili herhangi bir somut tespite dayanmadan kendilerini eş değer sınava çağırdığını, eş değer sınava çağırmanın ünvan iptaline kadar giden ağır sonuçlarının olduğunu, bu şekilde ağır sonuçları olan bir tedbirin ancak ciddi ve somut delillere dayanan bir şüphe nedeniyle uygulanabileceğini iddia etmiştir. Ayrıca söz konusu sınav puanlarını çalışarak aldıklarını, sınav sonuçlarında bir şüphe bulunmadığını ileri sürmüştür. Çağrıldığı eş değer sınavdan [YDS (Yabancı Dil Sınavı)] 37,5 alan başvurucu Bahar Özgür ayrıca yakın zamanda girdiği TOEFL IBT (Test of English as a Foreign Language-Internet Based Test) sınavlarından 82 ve 94 puan aldığını, bu sınavların YDS eş değerliğinin 68 ve 78 puan olduğunu iddia etmiştir. Başvurucular eğitim, adil yargılanma, özel hayata ve aile hayatına saygı, çalışma ve etkili başvuru hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

13. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvurucuların doğrudan sınav sonuçlarının geçersiz sayılmadığını, başvuruculara yeniden sınava girme imkânı verildiğini ancak başvurucuların yeniden girdikleri sınavlarda düşük puan aldıklarını belirterek idarenin sınavları geçersiz saymasına ilişkin işlemlerin hukuka uygun olduğunu ileri sürmüştür.

14. Başvuruculardan Bahar Özgür, Bakanlık görüşüne karşı beyanda Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda ihlal kararı verdiğini belirterek kendisi hakkında da ihlal kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucu Mustafa Güneş Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

15. Başvurucular, eş değer sınava çağrılma işlemine ya da bu sınavlarda düşük puan alma gerekçesiyle sınav sonucunun geçersiz sayılmasına ilişkin işleme karşı dava açmıştır. Dava konusu işlemler, nitelik itibarıyla birbirinden farklı olsa da aralarında zorunlu bir bağ bulunmaktadır. Bu nedenle başvurular bir bütün olarak değerlendirilmiştir (benzer değerlendirme için bkz. Yunus Yıldırım ve diğerleri [2. B.], B. No: 2018/35325, 12/7/2023, § 29).

16. Somut olayda başvurucuların eş değer sınava çağrılmaları ve buna dair düzenlemenin doçentlik belgelerinin geçerliliği ve mesleki statüleri ile kariyerleri üzerinde yakın ve makul bir risk oluşturduğu anlaşılmakla eş değer sınava çağrılmanın özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturduğunun kabulü gerekir (benzer değerlendirme için bkz. Özcan Bayrak [1. B.], B. No: 2019/14060, 3/11/2022, §§ 34-38). Öte yandan kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişkisinin olduğu ve meslek hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinin özel hayata saygı hakkı kapsamında olabileceği açıktır. Bununla birlikte öncelikle mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, § 82).

17. Anayasa Mahkemesi mesleğe ilişkin müdahalelerde; özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleğiyle ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda sebebe dayalı yaklaşımla özel hayata saygı hakkının uygulanabilir olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelik ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu durumların konu edildiği başvuruların sonuca dayalı yaklaşım çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebileceğini belirtmiştir (Tamer Mahmutoğlu, § 59). Öte yandan özel hayata müdahalenin sonuca dayalı yaklaşım çerçevesindedeğerlendirilebilmesi için müdahalenin kişinin özel hayatına yönelik ciddi olumsuz etki ve sonuçlarının bulunduğu veya bulunma ihtimalinin olduğu ortaya konulmalıdır (C.A.(3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 90-96; Tamer Mahmutoğlu, §§ 82-90).

18. Somut olayda doçent ünvanına sahip olan ve akademisyen olarak görev yapan başvurucuların, akademik kariyerleri ve bu kariyer çerçevesinde geliştirdikleri mesleki ve sosyal ilişkilerinin olduğu açıktır. Başvurucuların eş değer sınava çağrılmaları şeklindeki müdahale doçent ünvanlarını dolayısıyla mesleki statülerini kaybetmelerine yol açabilecek niteliktedir. Bu durumunmesleki ve akademik faaliyetlerini olumsuz etkileyeceği konusunda şüphe yoktur. Bununla birlikte akademik ünvan kaybının başvurucuların mesleki ve akademik itibarını bu çerçevede geliştirdikleri mesleki ve sosyal ilişkilerini koruyabilmesi ve mesleğini icra edebilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurmasının kaçınılmaz olduğu görülmüştür. Bu durumda sonuca dayalı nedenlerle başvurunun özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kanaatine varılmış ve başvurucuların iddiaları, bir bütün hâlinde Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmiştir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Fatih Özaltın ve İbrahim Esinler [GK], B. No: 2019/17374, 29/11/2023, § 32).

19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

20. Bu aşamada söz konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (R.G. [GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82; Halil Berk [1. B.], B. No: 2017/8758, 21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın [2. B.], B. No: 2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur Acar [1. B.], B. No: 2017/9370, 27/2/2020, § 34).

21. 17/2/2011 tarihli ve 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Hizmetleri Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (8) numaralı fıkrasında çağrılmasına rağmen eş değer sınava katılınmaması hâlinde tekrarı istenen sınavın geçersiz sayılacağı hükme bağlandığından 6114 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (8) numaralı fıkrasının kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan eş değer sınava çağırma şeklindeki mevcut müdahalenin sınav güvenliğinin sağlanması suretiyle ulusal ölçekte eğitim kalitesinin korunmasına yönelik meşru bir amacının olduğu sonucuna varılmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Özcan Bayrak, §§ 41-44). Bununla birlikte müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığına dair inceleme yapmak gerekmektedir. Bu kapsamda idare ve yargı makamları tarafından özel hayata saygı hakkına ilişkin güvencelerin gözetilerek idare ve çalışanlar arasındaki çatışan çıkarlar arasında adil bir denge kurulduğunun yeterli ve ilgili gerekçeyle ortaya konulmuş olması gerekir (Ömür Kara ve Onursal Özbek [2. B.], B. No: 2013/4825, 24/3/2016, §§ 49, 50).

22. Somut olayda başvuruculardan Mustafa Güneş görev yaptığı üniversite tarafından yapılan bir inceleme üzerine ve sadece önceki sınavlarda aldığı düşük puanlar ile şüpheli olduğu kabul edilen sınavda aldığı puan kıyaslanarak ÖSYM tarafından yaklaşık 13 yıl sonra eş değer sınava çağrılmıştır.

23. Söz konusu incelemenin sınav güvenliğine ilişkin bir işlem olduğu hususunda şüphe bulunmamaktadır. Sınav güvenliğine ilişkin alınacak tedbirlerin devletin yükümlülüğünde olduğu ve bu hususta takdir marjının oldukça geniş olduğu da açıktır. Bununla birlikte devlet, birey nazarında hukuk güvenliği ilkesini zedeleyebilecek işlemlerden kaçınmakla da yükümlüdür. Bu doğrultuda özellikle geriye yönelik olarak yapılacak denetim işlemleri yönünden sınavın denetimine neden olan şüphe, sınavın üstünden geçen süre, denetim sonucu ortaya çıkan olağan dışı bulguların niteliği eğitim hakkına yapılacak müdahalenin zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık gelip gelmemesi noktasında yapılacak değerlendirme yönünden büyük önem arz etmektedir. Nitekim bireylerin kendilerine düşen yükümlülükleri öngörme ve davranışlarını ayarlama imkânını vermeyen norm ve uygulamaların hukuk güvenliği ilkesini zedeleyeceği açıktır. Hukuksal durumların takdirindeki belirsizlik, temel haklar alanında getirilen güvenceleri işlevsiz kılabilir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Sara Akgül [GK], B. No: 2015/269, 22/11/2018, § 108).

24. Eldeki başvuru yönünden değerlendirilmesi gereken ilk husus, başvurucu Mustafa Güneş’in sınavının hangi sebeple incelemeye alındığını bilebilecek durumda olup olmadığına ilişkindir. Bireysel başvuru dosyasının tetkikinden ve başvurucu açıklamalarından adı geçen başvurucunun sınavının hangi sebeple incelemeye alındığını bilebilecek durumda olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkındaki sürecin başvurucunun görev yaptığı üniversitenin ihbarı ile başladığı açık olmakla birlikte gerek idare tarafından yapılan incelemede gerekse mahkeme tarafından yapılan değerlendirmede ihbar içeriğinin ciddiyetinin başvurucunun sınav sonucu üzerinde şüpheye yol açıp açmadığının değerlendirilmediği görülmüştür.

25. İdarenin iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğünün olduğu Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında ifade edilmiştir (mülkiyet hakkı kapsamında bkz. Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım [1. B.], B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68; eğitim hakkı kapsamında bkz. Şehmus Altuğrul [2. B.], B. No: 2017/38317, 13/1/2021, § 54). İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu bahis mevzusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Şehmus Altuğrul, § 54). İdari işlemler hukuka uygunluk karinesinden faydalanır. Bu kabul neticesinde kişiler söz konusu işlemlere dayanarak pek çok hak veya menfaate sahip olabilirler. Dolayısıyla aksi yöndeki bir iddia sonucunda ortaya çıkabilecek kapsamlı sorunlar gözönünde bulundurulduğunda söz konusu iddianın ciddi bir şekilde temellendirilmesi iyi yönetişim bağlamında tutarlılığın bir gereğidir. Somut olayda olduğu gibi çeşitli güvenlik tedbirleri çerçevesinde gerçekleştirilmiş, geçerliliği uzun yıllar boyunca tüm kamusal makamlarca kabul edilmiş, kişilere akademik yeterlilik elde etmeleri noktasında önemli hak veya menfaatler sağlamış bir sınavla ilgili olarak kişinin şüpheli sonuçlar elde ettiği yönünde ortaya atılan iddianın ciddi bir şüpheye yol açıp açmadığının tartışılmadığı açıktır.

26. Nazara alınması gereken bir diğer konu ise incelemeye alınan sınavın üstünden geçen süredir. Başvurucu Mustafa Güneş’in 13 yıla yakın bir süre önce katıldığı söz konusu sınava ilişkin sonuç belgesinin doçentlik başvurusunda kamusal makamlarca kabul edildiği açıktır. Kanunda öngörülen olağan dışı bulgulara rastlanması kriteri, sınav sonrası yapılacak tüm incelemeler yönünden getirilmekle birlikte oldukça uzun zaman sonra ortaya atılan bir iddia sonucunda eş değer sınava çağrılabilme için bu kriterin son derece katı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kriterin sağlanması için basit ve soyut bir şüphe yeterli olmayıp ilgililerin sınavda usulsüzlük yaptığının, yapılan bir usulsüzlüğe ortak olduğunun veya sonuçlarından faydalandığı bir usulsüzlüğün yapılmasına göz yumduğuna ilişkin bulgunun somut olarak ortaya konulması şarttır.

27. Başvurucu Mustafa Güneş hakkındaki raporda başvurucunun katıldığı sınavların ortalamasının ve başvurucunun katıldığı son iki sınavdaki başarı grafiğinden başka bir hususun dikkate alınmadığı görülmektedir. Başvurucuya sınavda usulsüzlük yaptığına ilişkin açık bir suçlamada bulunulmadığı ve başvurucunun ilgili artışla alakalı açıklamalarının tümüyle anlamsız veya görülmemiş bir durum olarak değerlendirilmesinin de mümkün olmadığı gözetildiğinde eş değer sınava çağrılma için kanun tarafından aranan olağan dışı bulgulara rastlanması kriterinin -özellikle sınavın üzerinden geçen süre dikkate alındığında- karşılanmış olduğu söylenemez.

28. Gerek idare gerekse mahkeme tarafından ortaya konulan gerekçede, başvurucu Mustafa Güneş’in eş değer sınava çağrılması ile ilgili olarak girdiği sınavların ortalaması ve son iki sınavı arasındaki puan farkı dışında başkaca hiçbir tespite yer verilmediği, ilgili tespitin kanun tarafından aranan olağan dışı bulgu kriterini karşılamaya yeterli olup olmadığının yukarıdaki değerlendirmeler ışığında tartışılmadığı anlaşılmıştır. Bu açıklamalar doğrultusunda adı geçen başvurucunun eş değer sınava çağrılması sureti ile özel hayata saygı hakkına yapılan müdahalenin idarece ve yargılama makamlarınca, zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Özcan Bayrak, §§ 49-59).

29. Öte yandan başvuruculardan Bahar Özgür’le ilgili olarak idare, şüpheli kabul edilen sınav puanını önceki sınav puanlarıyla kıyaslamanın yanında başvurucu hakkında ayrıca sınav puanını hileyle aldığı yolunda idareye ihbarda bulunulduğunu ve yapılan araştırmada da başvurucu ile %98 oranında aynı cevap desenine sahip başka bir adaya ulaşıldığını belirtmiştir. Yunus Yıldırım ve diğerleri kararında Anayasa Mahkemesi; ünvan kaybına yol açabilecek nitelikte ağır sonuçları olabilecek olağan dışı durum tespitine yönelik değerlendirmelerde bu tespite yönlendiren her bir bulgunun ayrı ayrı irdelenmesi gerektiğini, tek başına yeterliliği olmayan birden çok bulgunun bir bütün olarak değerlendirilmesinin varsayıma dayalı bir yoruma neden olacağını ifade etmiştir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, söz konusu müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ortaya konulamadığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Yunus Yıldırım ve diğerleri, § 41).

30. Bahsi geçen kararda Yunus Yıldırım ile ilgili yapılan tespitler (Yunus Yıldırım ve diğerleri, §§ 36-40) eldeki başvuruda Bahar Özgür için de geçerlidir. Zira başvurucu Bahar Özgür’ün eş değer sınava yaklaşık 10 yıl sonra çağrıldığı ve hakkındaki bulgunun bir bütün olarak değerlendirildiği açıktır. Dolayısıyla doçent ünvanına sahip olan başvurucunun ünvanını kaybetmesine yol açabilecek söz konusu müdahalenin özel hayata saygı hakkı yönünden demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu söylenemeyecektir.

31. Netice olarak başvurucuların eş değer sınava çağrılmaları suretiyle özel hayata saygı haklarına yapılan müdahalenin, idarece ve yargılama makamlarınca, zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

32. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

33. Özel hayata saygı hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden başvurucuların adil yargılanma, eğitim, çalışma ve etkili başvuru hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği şikâyetleri yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

34. Başvurucular, ihlalin tespitini ve yeniden yargılama yapılmasını talep etmişlerdir. Ayrıca başvurucu Bahar Özgür 2.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

35. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa’nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

36. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

37. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından manevi tazminat talebi olan başvurucunun talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvuruların BİRLEŞTİRİLMESİNE,

B. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

E. Kararın birer örneğinin özel hayata saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 10. İdare Mahkemesi (E.2021/1965, K.2021/2373) ile Ankara 6. İdare Mahkemesine (E.2022/503, K.2022/887) GÖNDERİLMESİNE,

F. Başvurucu Bahar Özgür’ün tazminat talebinin REDDİNE,

G. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucu Mustafa Güneş’e, sadece vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.000 TL yargılama giderinin başvurucu Bahar Özgür’e ÖDENMESİNE,

H. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiği İddiasına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Eyuphan Öcal Başvurusu

Başvuru, hukuka aykırı şekilde ve makul süreyi aşan gözaltı tedbirinin yanı sıra tutuklamanın da kanuna aykırı olduğu iddiasıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvurucu, terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 12 Nisan 2022’de gözaltına alınmış, gözaltı süresi iki kez dörder gün uzatılmıştır. PKK/KCK üyeliği ve yöneticiliği ile Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet iddiaları kapsamında yürütülen soruşturmada, 21 Nisan 2022’de başvurucuya gizli tanık ve tanık beyanları ile iletişim kayıtları, mali ilişkiler ve cep telefonundaki tespitler aktarılmış, ifadesi alınmıştır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

EYUPHAN ÖCAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2022/64193)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, hukuki olmayan gözaltı tedbirinin makul süreyi aşması ve tutuklamanın hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu, terör örgütü üyeliği isnadı ile 12/4/2022 tarihinde gözaltına alınmıştır. 15/4/2022 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu kişilerin gözaltı süresi dört gün uzatılmış, 19/4/2022 tarihinde gözaltı süresi ikinci kez dört gün süreyle uzatılmıştır.

3. PKK/KCK terör örgütü üyesi olmak, PKK/KCK terör örgütü yöneticisi olmak, 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet gibi suçlar nedeniyle başlatılan soruşturmada 21/4/2022 tarihinde kolluk tarafından başvurucuya gizli tanık Ulaş ve tanık S.B.nin beyanları okunmuş, örgüt üyeleri ile olan iletişim kayıtlarına, mali ilişkilerine ve cep telefonunda yapılan tespitlere ilişkin ifadesi alınmıştır.

4. Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) tarafından 23/4/2022 tarihinde başlayan sorguda 24/4/2022 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme isnadıyla tutuklanmasına karar verilmiştir. Tutuklama kararında; başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesini gösteren şüpheli ifadeleri, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Mali Analiz raporları, HTS baz analiz raporları, para transferlerine ilişkin kayıtlar, otel ve konaklama kayıtları, tanık ifadeleri, tanık ifadeleri ile örtüşür şekilde yurda giriş ve çıkış kayıtları ile diğer tespitler bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucuya isnat edilen silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca katalog suçlardan olduğu, başvurucunun kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı belirtilmiştir.

5. Tutuklama kararına yapılan itiraz 10/5/2022 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

6. Başvurucu, nihai hükmü 27/5/2022 tarihinde öğrendikten sonra 22/6/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

7. 23/9/2022 tarihinde düzenlenen iddianameye göre başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma ve 6415 sayılı Kanun uyarınca terörizmin finansmanı suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir.

8. Başvurucu dâhil 89 kişi hakkında düzenlenen iddianameye göre başvurucunun kadro örgüt mensubu ve PKK/KCK silahlı terör örgütünün ekonomik alan yöneticisi olduğu belirtilerek PKK/KCK silahlı terör örgütünün yöneticisi olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen diğer yargılamanın hâlen istinafta olduğunun belirtildiği iddianameye göre başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketin diğer ortak ve yöneticileri hakkında da PKK/KCK terör örgütü nedeniyle işlem yapıldığı, başvurucunun PKK/KCK terör örgütü mali alan yapılanması içinde yönetici konumunda bulunduğu, diğer örgüt üyeleriyle çok sayıda iletişim kaydı bulunduğu belirtilmiştir. İddianamede;

– Başvurucunun cep telefonunda çok sayıda silah ve bunlara ilişkin fişek fotoğrafı ile uyuşturucu madde fotoğrafı bulunduğu,

– Tanık S.B.nin 12/12/2019 tarihli beyanına göre başvurucunun kadro örgüt mensubu olduğu, 2014 yılında Kandil’e gittiği, burada iki yıl kadar örgüt tarafından alıkonulduğu ve daha sonra serbest bırakıldığı,

– Gizli tanık Ulaş’ın 4/3/2020 tarihli beyanına göre kadro örgüt mensubu başvurucunun KCK yürütme üyesi olduğu, birçok kez Kandil’e gittiği,iki yıl kadar örgüt tarafından Kandil’de alıkonulduğu ve daha sonra serbest bırakıldığı,

– Tanık M.R.nin beyanına göre başvurucunun 2014 yılında örgüt tarafından kullanılan evlerde kaldığı ve KCK isimli yapılanma içinde faaliyet gösterdiği,

– Tanık Ü.G.nin 14/5/2022 tarihli beyanına göre başvurucunun 2012-2014 yılları arasında PKK terör örgütü mali alan yapılanması içinde örgüt üyesi A.O.ya bağlı olarak faaliyet yürüttüğü, örgüt tarafından gerçekleştirilen etkinliklerde yer aldığı, etkinlikler nedeniyle gelir elde ettiği hususlarına yer verilmiştir.

9. Başvurucu 4/4/2023 tarihinde atılı suçun niteliği, delillerin toplanmış olması ve tutuklulukta geçen süre gözetilerek yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliye edilmiştir.

10. Yargılama Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) önünde derdesttir.

11. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Gözaltı Tedbirinin Hukuka Aykırı Olduğuna ve Gözaltının Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia

12. Başvurucu, gözaltına alınmasının hukuki olmadığı ve gözaltı tedbirinin makul süreyi aştığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

13. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya [2. B.], B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).

14. Somut olayda başvurucunun gözaltı tedbirinin hukuki olmadığına ve gözaltı süresinin makul süreyi aştığına ilişkin iddialarıyla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

15. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia

16. Başvurucu; suç işlediğine dair kuvvetli belirti olmamasına rağmen tutuklandığını, kaçma ve delilleri karartma şüphesi bulunmadığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olmadığını belirterek tutuklamanın hukuki olmadığını ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümleri doğrultusunda somut olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

17. Başvuru, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmiştir.

18. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre tutuklama tedbirinin uygulandığı yargılama neticesinde verilen kararın kesinleşmiş olması hâlinde başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında tazminat davası açılabilecektir (birçok karar arasından bkz. Reşat Ertan [1. B.], B. No: 2013/5700, 15/4/2015, § 26; Ömer Köse [2. B.], B. No: 2014/12036, 16/11/2016, § 34; Eyyüp Güneş [GK], B. No: 2017/28308, 21/10/2021, § 88; Murat Ağırel ve diğerleri [GK], B. No: 2020/11655, 7/4/2022, §§ 23-26). Somut olayda başvurucu hakkındaki yargılama Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde derdesttir. Dolayısıyla açıkça dayanaktan yoksun olmayıp kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

19. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale, temel hak ve özgürlüklerin olağan dönemde sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (Halas Aslan [1. B.], B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 53, 54; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 60).

20. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir (Halas Aslan, § 57). Buna göre tutuklama ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamada meşru bir amacın olması için ön koşul, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Bu husus, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Mustafa Ali Balbay [1. B.], B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 72).

21. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Dolayısıyla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

22. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

23. Anayasa Mahkemesi; kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olmasının mutlaka gerekli olmadığını zira tutukluluğun amacının yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek olduğunu, buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmiştir (Mustafa Ali Balbay, § 73; Mehmet Haberal [1. B.], B. No: 2012/849, 4/12/2013, § 71). Öte yandan tutuklama aşamasında suçun sübutu gerekmediği için isnat edilen eylemin tutuklama kararında belirtilen suçtan başka bir suçu oluşturma ihtimali olması tutuklama kararını salt bu nedenle hukuka aykırı hâle getirmeyecektir.

24. Bu noktada tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdirinin öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine ait olduğunun, zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercilerinin Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumda olduğunun yeniden ifade edilmesi gerekir(Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017 § 123).

25. Somut olayda yapılan tespitlere göre başvurucunun PKK/KCK ekonomik alan yöneticisi olduğuna ilişkin tanık beyanları dışında şüpheli ifadeleri, MASAK Mali Analiz raporları, HTS baz analiz raporları, para transferlerine ilişkin kayıtlar, otel ve konaklama kayıtları, tanık ifadeleri, tanık ifadeleri ile örtüşür şekilde yurda giriş ve çıkış kayıtları ve diğer tespitler bulunduğu ifade edilmiştir (bkz. § 4). Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya isnat edilen silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunun 5271 sayılı Kanun uyarınca katalog suçlardan olduğu, başvurucunun kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı belirtilmiş ve başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.

26. Anayasa Mahkemesi birçok kararında somut olgular içeren tanık anlatımlarını suç şüphesini doğrulayan kuvvetli bir belirti olarak kabul etmiştir (Metin Evecen [2. B.], B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 47-52; Recep Uygun [2. B.], B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 43; İsmail Çıtak [1. B.], B. No: 2016/78629, 28/11/2019, § 52; Y.G. [1. B.], B. No: 2017/5933, 9/1/2020, § 55; İbrahim Okur [1. B.], B. No: 2016/50394, 27/2/2020, § 82; Mustafa Onuk [2. B.], B. No: 2016/21484, 9/7/2020, §§ 49-52; Yusuf Erdoğan [1. B.], B. No: 2017/11828, 10/2/2021, § 46). Anayasa Mahkemesi tarafından Sulh Ceza Hâkimliğince kuvvetli suç şüphesinin var olduğuna dair tespitlerden ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla belirtilen bu hususların tutuklama tedbirinin uygulanmasında suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin temelsiz ve keyfî olduğu söylenemeyecektir.

27. Başvurucu hakkında uygulanan ve kuvvetli suç şüphesinin bulunması şeklindeki ön koşulu yerine gelmiş olan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.

28. Somut olayda başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında tutuklama nedeni olarak öncelikle isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve mezkûr Kanun gereği “tutuklama nedeni varsayılabilen” suçlar arasında olmasına dayanılmış, ayrıca kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunan başvurucu açısından tutuklamanın ölçülü olduğu belirtilmiş ve adli kontrolün yetersiz kalacağına değinilmiştir (bkz. § 4). Başvurucu 4/4/2023 tarihinde atılı suçun niteliği, delillerin toplanmış olması ve tutuklulukta geçen süre gözetilerek yurt dışına çıkamama şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliye edilmiştir (bkz. § 9). Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklamaya ilişkin kararda atılı suçun katalog suçlardan olması dışında kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunduğu ve adli kontrolün yetersiz kalacağına ilişkin gerekçeye yer verilmiştir.

29. Somut olayın özel koşulları ile Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen kararın içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden özellikle -suçun ağırlığına atfen- kaçma şüphesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olduğu söylenebilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Yıldırım Ataş [1. B.], B. No: 2014/4459, 26/10/2016, § 60; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 66).

30. Öte yandan başvurucu hakkındaki tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığının da belirlenmesi gerekir. Bu tedbirin Anayasa’nın 13. ve 19. maddeleri kapsamında ölçülülüğünün belirlenmesinde somut olayın tüm özellikleri dikkate alınmalıdır. Bu husus değerlendirilirken anayasal denetimin tutuklamaya ilişkin süreç ile tutuklama gerekçeleri üzerinden yapılması gerekir (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 79; Mehmet Baransu (2) [2. B.], B. No: 2015/7231, 17/5/2016, § 136).

31. Terör suçlarının soruşturulması/kovuşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri [2. B.], B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214).

32. Sonuç olarak başvurucunun terörle bağlantılı bir suç nedeniyle tutuklandığı dikkate alındığında Sulh Ceza Hâkimliğinin isnat edilen suç için öngörülen yaptırımın ağırlığını, işin niteliğini ve önemini de gözönünde tutarak başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının keyfî ve temelsiz olduğu söylenemez (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, § 214; Devran Duran, § 64).

33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğu ve makul süreyi aştığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Tutukluluğun hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Mülkiyet Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiği İddialarına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Perizat Koç Başvurusu

Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

PERİZAT KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/17425)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu, Hakkâri ili, Şemdinli ilçesi, Boğazköy Köyünde ikamet etmekteyken yaşanan terör olayları nedeniyle 1990’lı yıllarda köyünü terk etmek zorunda kaldığından, can ve mal güvenliği tehlikesi nedeniyle hâlen köyüne dönemediğinden bahisle köydeki mal varlığına ulaşamadığı ve mal varlığından yararlanamadığı için 30/5/2007 tarihi sonrasında oluştuğunu ileri sürdüğü zararların 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazmini talebiyle Hakkâri Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına 6/12/2017 tarihinde başvuruda bulunmuş; başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali talebiyle Van 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır.

3. Mahkeme işlemin iptaline karar vermiştir. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesi istinaf incelemesi sonucunda kararın 6/12/2016-6/12/2017 tarihleri arasındaki dönem için iptale ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığını, 30/5/2007-6/12/2016 tarihleri arasındaki dönem için ise davanın reddine karar verilmesi gerekirken iptale ilişkin bu kısımda hukuki isabet görülmediğini belirterek bu kısım yönünden davanın reddine kesin olarak karar vermiştir.

4. Başvurunun incelenmesi devam ederken başvurucunun 24/1/2023 tarihinde vefat ettiği nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır.

II. DEĞERLENDİRME

5. Başvurucu, adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabul edilebilmesi için başvurucunun kendisinin ve ailesinin geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olması, ikinci olarak da taleplerinin dayanaksız olmaması gerekir (Mehmet Şerif Ay [2. B.], B. No: 2012/1181, 17/9/2013, § 23). Somut olayda başvurucunun yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden temin edilen bilgilerden anlaşılmıştır. Bu sebeple adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

6. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebep olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verilebilir. Bununla birlikte İçtüzük’ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması, temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.

7. Somut olayda başvurucu, başvuru sonrası ölmüş; başvuruya mirasçılar tarafından devam edilip edilmeyeceğinin bildirilmesi için başvurucunun vekiline gönderilen bildirime ilişkin tebligat, vekile 23/9/2024 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucunun vekili veya mirasçıları verilen süre içinde başvuruya devam etme yönündeki iradelerini Anayasa Mahkemesine bildirmemiştir. Eldeki başvuruda başvurunun incelenmesine devam etmeyi gerekli kılan ve İçtüzük’ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen nedenlerden biri de bulunmamaktadır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Emin Kırmızıgül [1. B], B. No: 2023/13689, 18/12/2024; Enver Karabey [2. B.], B. No: 2021/36984, 22/1/2025).

8. Açıklanan gerekçelerle başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Başvurunun başvurucunun ölümü nedeniyle DÜŞMESİNE,

C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Etkin Başvuru, Kötü Muamele Yasağı ve Kişi Özgürlüğü Açısından Sınır Dışı Uygulamalarına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Lalazar Aghayeva Başvurusu

Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle başvurucunun aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği, ayrıca sınır dışı sürecinin gerekli usul güvencelerine uyulmadan yürütülmesi sebebiyle yerleşme özgürlüğüyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ve hukuka aykırı şekilde alıkonulması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına dayanmaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

LALAZAR AGHAYEVA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/14880)

Karar Tarihi: 25/3/2025

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının, sınır dışı etmenin usul güvencelerine aykırı olması nedeniyle yerleşme hürriyeti ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, hukuka aykırı tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/5/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Bölüm tarafından 27/5/2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 73. maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı’na gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu, 1972 doğumlu bir kadın olup Azerbaycan Cumhuriyeti (Azerbaycan) vatandaşıdır. Başvurucuya Antalya Valiliği tarafından 7/11/2017 ila 7/11/2019 tarihlerinde geçerli kısa dönem ikamet izni verilmiştir.

6. Antalya’da bulunan ve bir site içinde faaliyet gösteren M. Hamam isimli işletmede 21/10/2019 tarihinde saat 21.00 sıralarında aralarında polislerin de olduğu memurlar tarafından denetim yapılmıştır. Yetkililer, başvurucu dışında yabancı uyruklu M.A. ile Türk vatandaşı bir kadının daha işletmede çalıştığını değerlendirmiştir. Yapılan denetim nedeniyle düzenlenen tutanakta M.A.nın masaj odasında masaj yaparken görüldüğü belirtilmiştir. Tutanağın başvurucuyla ilgili kısmı ise şöyledir:

“İş yeri günü birlik denetleme komisyonu olarak… işletmenin iş yeri çalışma ve çalıştırma ruhsatının olmadığı 99… yabancı kimlik numaralı Lalazar AGHAYEVA isimli şahsın girişte karşıladığı soyunma kabinini gösterdiği, … Lalazar AGHAYEVA isimli şahısların çalışma izinlerinin olmadığı anlaşılmış olup;

İş bu tutanak tarafımızca imza altına alınmıştır. 21/10/2019 saat 21.40″

7. Söz konusu tutanak -sonradan geldiği belirtilerek- işletme sahibi M.C. ve başvurucuyla birlikte çalıştığı değerlendirilen iki kadın tarafından imzalanmış; başvurucu ise imzadan imtina etmiştir. Ayrıca tutanağı üç polis, bir gelir uzmanı, bir ziraat mühendisi, bir sağlık ve bir zabıta memuru imzalamıştır.

8. Başvurucu, denetim yapılan gün Fatih Polis Merkezi Amirliğinde olayla ilgili olarak bilgi vermiştir. Başvurucu şu şekilde beyanda bulunmuştur:

“…M. Rezidans içersinde bulunan Hamam Sauna’da saunaya girmek için gitmiştim. Bu sırada orada bulunan tanımadığım bir erkek havlu nerede diye sordu. Bende kendisine havlunun nerede olduğun gösterdim. Daha sonra ben oradan çıktım ve giderken bana erkek şahıs siz biraz bekleyin dedi. Bende bir süre bekledim. Daha sonra bana havlu soranın polis olduğunu öğrendim. Sonrasında da polis merkezine geldim. Ben hamam saunada çalışmıyordum. Sadece havlu sordukları için cevap verdim. Ben oraya haftada iki defa giderim. İşyeri sahibi olan [M.C.] benim oğlumun arkadaşı olur. Ben para vermeden buraya girerim. Olayla ilgili söyleyeceklerim bundan ibarettir. Herhangi bir şikayetim yoktur.”

9. Yabancı M.A. beyanında saunaya işletme sahibi ile iş görüşmesi için gittiğini, beklemeye başladığını, bu sırada orada bulunan birinin kendisine işletme sahibi gelene kadar masaj yapmasını söylediğini, bunun üzerine bu kişinin bacağına on dakika kadar masaj yaptığını dile getirmiştir. İşletme sahibi şüpheli sıfatıyla verdiği ifadede başvurucu ve M.A.nın kesinlikle işyerinde çalışmadıklarını, başvurucunun haftada bir veya iki kez gelen bir müşterisi olduğunu, M.A.nın ise iş görüşmesi için oraya geldiğini beyan etmiştir. Denetim sırasında işletmede bulunan Türk vatandaşı kadının ifadesi dosyada bulunmamaktadır.

10. Beyanının alınması sonrasında başvurucu, çalışma ve çalıştırma ruhsatı olmayan işyerinde izinsiz çalıştığı gerekçesiyle Antalya İl Göç İdaresi Müdürlüğüne (Göç İdaresi)gönderilmiştir. Başvurucu hakkında Antalya Valiliği 9/5/2019 tarihinde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendi (çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler) uyarınca sınır dışı etme kararı almış; 24/10/2019 tarihinde başvurucu, yurdu terke davet edilmiştir. Ayrıca Valilik başvurucunun ikamet iznini 24/10/2019 tarihinde iptal etmiştir.

11. Konyaaltı İlçe Emniyet Müdürlüğü 22/10/2019 tarihli yazıyla, yapılan kontrollerde işyerine gelen görevliye havlu veren başvurucunun çalışma belgesinin olmadığını belirterek cezai işlem uygulanması konusunda Antalya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne (Çalışma Müdürlüğü) ihbarda bulunmuştur. Başvurucuya çalışma izni olmaksızın çalışmasından dolayı Çalışma Müdürlüğü tarafından 3.527 TL idari para cezası verilmiştir.

12. Başvurucu, sınır dışı etme kararının iptali talebiyle Antalya 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde Türk vatandaşı olan oğlunun yakında doğacak çocuğuna bakmak amacıyla 2016 yılında Türkiye’ye geldiğini ve üç yıldır ikamet izniyle yurtta bulunduğunu, oğlunun 2018 yılında trafik kazası geçirmesi sonrasında bacağına platin takıldığını, tedavi amacıyla haftada bir iki kez oturdukları evin yanındaki sitenin içinde bulunan saunaya gittiklerini, işletme sahibinin oğlunun arkadaşı olduğunu, olay günü ise romatizmaya iyi geldiğinden sağlığı için saunaya gittiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, romatizma sorunu dışında yaşı ve fiziksel durumu itibarıyla zaten çalışamayacağını, oğlunun da çalışmasına izin vermediğini, olay günü erkek bölümünü geçerek kadın soyunma odasınına doğru ilerleyen, koridorda karşılaştığı sivil giyimli kişiye erkek soyunma odasını gösterdiğini ve sorması üzerine -uzun süredir işletmeye gidip gelmesi nedeniyle bilgi sahibi olduğundan- koridordan görülebilen soyunma odası girişindeki havluların yerini söylediğini, kendisinin de o sırada sivil giyimli olup çalıştığını gösteren bir delil bulunmadığını, hakkında haksız yere sınır dışı etme kararı alındığını iddia etmiştir. Başvurucu; işletmenin müşterisi olması nedeniyle haftanın bazı günleri ve farklı saatlerde oraya gidip geldiğini bu nedenle işletmenin içinde bulunduğu sitenin kamera kayıtlarının istenmesini, ayrıca olayla ilgili işletme içinde keşif yapılmasını talep etmiştir.

13. İdare Mahkemesi 4/3/2020 tarihli kararıyla davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. İdare Mahkemesi başvurucunun delil talebine ilişkin olarak bir araştırma yapmamış, neden yapmadığına ilişkin bir açıklamaya da gerekçesinde yer vermemiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“…yapılan denetimde davacının denetime giden görevliyi girişte karşıladığı, soyunma kabinini gösterdiği, dava dışı yabancı uyruklu bir bayanında masaj yaparken görüldüğü, bu kişi ile davacının çalışma izni olmaksızın çalıştığının 21/10/2019 tarihli tutanak ile tespit edildiği, davacının çalışma izin bulunmadan çalıştığının Antalya Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne bildirilmesinin akabinde davacının çalışma izni olmadan çalıştığının tespit edildiğinden bahisle sınır dışı edilmesine ilişkin anılan işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bakılan olayda, 21/10/2019 tarihli tutanakla davacının söz konusu işyerinde denetim yapan görevliyi karşıladığı, soyunma kabininin yerini gösterdiği hususunun sabit olduğu, bu hali ile düzenlenen tutanağın da işyeri sahibi M.C. tarafından imzalandığı, tutanağın aksinin ortaya konulamadığı, dolayısı iledavacıya verilen 07/11/2017-07/11/2019 tarihleri arasında geçerli ikamet izninin amacına uygun kullanılmadığı anlaşıldığından tesis edilen işlemde hukukaaykırılık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE…[karar verildi.]

14. Başvurucu, karardan 17/4/2020 tarihinde haberdar olmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

15. 28/7/2016 tarihli ve 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

(1) Bu Kanunun uygulanmasında;

c) Çalışma izni: Bakanlıkça resmî bir belge şeklinde düzenlenen ve geçerlilik süresi içinde yabancıya Türkiye’de çalışma ve ikamet hakkı veren izni,

ifade eder.”

16. 6735 sayılı Kanun’un “Çalışma izninde yetki ve yükümlülük” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“…

 (2) Bu Kanun kapsamında yer alan yabancıların çalışma izni olmaksızın Türkiye’de çalışmaları veya çalıştırılmaları yasaktır.

 (3) Diğer kanunlarda ya da Türkiye’nin taraf olduğu ikili veya çok taraflı anlaşmalar veya uluslararası sözleşmelerde çalışma izni almadan çalışabileceği belirtilen yabancılar, bu Kanuna göre çalışma izni almadan çalışabilir veya çalıştırılabilirler.

…”

17. 6458 sayılı Kanun’un “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı 54. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:

ğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler

…”

18. Diğer ilgili hukuk için bkz. Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah [GK], B. No: 2021/2831, 15/2/2023, §§ 30-41.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Anayasa Mahkemesinin 25/3/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağı ve Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

20. Başvurucu; yaklaşık üç yıl önce oğlunun yeni doğan çocuğuna bakmak için Türkiye’ye geldiğini, ardından Türk vatandaşı biri ile evlendiğini, bacaklarındaki romatizma sorunu, yaşı ve fiziki durumu nedeniyle Azerbaycan’da çalışabilecek ve para kazanabilecek durumda olmayıp tek başına yaşayamayacağını, ayrıca eşi ve çocuğunun Türkiye’de bulunduğunu, ülkesinde kimsesi olmadığını, sınır dışı edilmesi durumunda aile bütünlüğünün bozulacağını ileri sürmüştür.

21. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar ile bu mahkemelere sunulmayan bilgi ve belgeler bireysel başvuru konusu edilemez (Bayram Gök [2.B.], B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).

22. Somut olayda başvurucunun iptal davası sürecinde ülkesine geri gönderilmesi hâlinde yaşamının tehlikeye gireceğine veya aile bütünlüğünün bozulacağına ilişkin şikâyetinin olmadığı görülmüştür. Bu nedenle söz konusu ihlal iddiası yönünden başvurucunun usulüne uygun şekilde başvuru yollarını tüketmediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi mümkün değildir.

23. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Sınır Dışı Etme İşlemlerindeki Usul Güvenceleri Kapsamında Yerleşme Hürriyetiyle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; müşterisi olduğu işletmede koridorda karşılaştığı kişiye sorması üzerine havluların yerini söylemesine rağmen o sırada yabancı bir kadının saunada masaj yaparken görülmesinin de etkisiyle hakkında yanlış bir kanıya varıldığını ileri sürmüştür. Söz konusu işyerinde çalıştığını gösteren delil bulunmadığını, dosya içindeki belgelerde eylemiyle ilgili olarak farklı ifadeler kullanıldığını, işletme sahibi işyerinde çalışmadığını beyan ederek aksini ortaya koymuş iken işletme sahibinin imzasının olduğu gerekçesiyle İdare Mahkemesinin sadece olayla ilgili tutanağa itibar etmesinin haksızlık olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, sınır dışı edilmesine karar verilmesi nedeniyle ifade hürriyeti, adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Somut olayda Azerbaycan vatandaşı olan başvurucunun 7/11/2019 tarihine kadar geçerli ikamet izni vardır. Başvurucunun ikamet izninin iptal edilmesinin sebebi izinsiz çalıştığı iddiasıyla hakkında sınır dışı etme kararı alınmasıdır. Bir başka ifadeyle sınır dışı etme kararının alındığı sırada başvurucunun hukuken geçerli bir ikamet izni bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa’nın da koruduğu ek (7) No.lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki usul güvencelerinden faydalanması gerektiğinin kabulü gerekir. Buna göre başvurucunun iddiaları, yabancıların sınır dışı edilmelerindeki usul güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı yönünden incelenecektir.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

27. Ülkede ikamet eden yabancıyı koruma altına alan ilk husus, sınır dışı etme kararının kanuna uygun şekilde alınması gereğidir. Sınır dışı etme kararının kanuna uygun olarak alındığından söz edilebilmesi için kanun metni ve uygulaması yabancıların davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşımalıdır. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önemlidir. Bunun bir sonucu olarak müdahale yani sınır dışı etmeye ilişkin kanun yeterince erişilebilir ve öngörülebilir olmalıdır (Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah, § 74).

28. Sınır dışı etme kararını düzenleyenlerin tutum ve uygulamaları da kanunun kalitesi kadar önemlidir. Kamu makamları sınır dışı etme kararına gerekçe teşkil eden eylem ve davranışları somut şekilde belirlemeli, ayrıca bunlar da 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen sınır dışı sebepleriyle makul seviyede ilintili olmalıdır (Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah, § 75).

29. Sınır dışı edilmenin muhatabı olan yabancıların yetkili bir merci (hâlihazırdaki mevzuata göre mahkeme) önünde verilen karara karşı gerekçeler sunabilmesi ve durumunun yeniden incelenmesini isteyebilmesi için ilk aşamada sınır dışı etme kararının kendisine hukuka uygun şekilde tebliğ edilmesi ve kararın dayanağını oluşturan fiilî sebeplerin neler olduğunu -bazı sınırlamalarla dahi olsa- öğrenebilmesi gerekmektedir. Bunlarla birlikte usul güvencelerinin etkili bir şekilde koruma sağlaması için şeklî bir incelemenin ötesinde yabancının öne sürdüğü iddiaların esası hakkında bir değerlendirme yapılması da şarttır (Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah, § 76).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

30. Başvurucu hakkında alınan sınır dışı etme kararının 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendi uyarınca çalışma izni olmadan çalıştığının tespit edilmesi gerekçesiyle alındığı görülmüştür. İstisnai hâller dışında yabancıların Türkiye’de çalışabilmesi için 6735 sayılı Kanun’un 6. maddesi gereğince izin almaları zorunludur. Başvurucunun çalışma izni olmadığı konusunda tartışma yoktur. Dolayısıyla başvurucunun sınır dışı edilmesinin kanuni dayanağı bulunmaktadır. Somut olayda tartışma konusu olan husus başvurucunun söz konusu işyerinde çalışmadığı, bu nedenle sınır dışı etme kararının fiilî gerekçelerinin gerçek dışı olduğu, usul güvencelerinden yararlanamadığı yönündeki iddialarıdır.

31. Olay günü idari makamlar hamam ünvanıyla hizmet veren bir işletmede denetim yapmış, bu sırada işletmede bulunan başvurucunun eylemleri itibarıyla orada çalıştığını değerlendirmiştir. Kolluk birimlerinin ihbarı üzerine Göç İdaresi, başvurucu hakkında sınır dışı etme kararı alırken yetkililerin denetimde elde ettiği delilleri dikkate almıştır. Buna göre başvurucunun işyerinde çalıştığı sonucuna varılmasına neden olan esas delilin olayla ilgili düzenlenen tutanak olduğu anlaşılmaktadır.

32. Olaya ilişkin düzenlenen tutanakta başvurucuyla ilgili tespitin sivil giyimli polis memurunu işletmenin girişinde karşıladığı ve soyunma kabinini gösterdiği şeklindedir. Bunun dışında tutanakta başvurucuyla ilgili herhangi bir gözleme veya işyerinde çalıştığını kabul etmeye yarayan bir değerlendirmeye yer verilmemiştir. Tutanağı başvurucunun imzalamaktan kaçındığı, işletme sahibi M.C.nin ise olay yerine sonradan geldiği şerhiyle imzaladığı görülmüştür. Başvurucu, olaydan sonra götürüldüğü polis merkezindeki beyanında veya sınır dışı etme kararına karşı açtığı iptal davasında iddia edilenin aksine iş yerinde çalışmadığını, kendisine sorulması üzerine havluların yerini söylediğini belirtmiştir. Başvurucunun dava dilekçesinde olayın gelişimine ilişkin anlatımı (bkz. § 12) -özellikle tutanakta belirtilen eylemler başvurucunun işletmede çalıştığını net olarak ortaya koymaktan uzak ve başka bir esaslı delil tespit edilmemiş iken- işletmede çalışmadığı yönündeki ihtimalin hiç de gerçek dışı olmadığını göstermekte, tutanağa dayalı varılan sonucun güvenilirliği konusunda şüphe uyanmasına neden olmaktadır. Olaya ilişkin anlatımı dışında başvurucu, yaklaşık bir yıldır işletmenin müşterisi olmasının ve olay anındaki eylemlerine ilişkin açıklamasının gerçek olup olmadığının aydınlatılması için sitedeki kamera kayıtlarının getirtilmesini ve keşif yapılmasını İdare Mahkemesinden talep etmiştir.

33. İdare Mahkemesi başvurucunun açtığı iptal davasını ret ile sonuçlandırırken tutanağın güvenilirliği üzerine düşen gölgeyi görmezden gelerek başvurucunun eylemlerinin sabit olduğunu, işyeri sahibinin de imzaladığı tutanağın aksinin ortaya konulamadığını söylemiştir. Öncelikle işyeri sahibi M.C. olay yerine sonradan gelmesine ve polis merkezindeki ifadesi de başvurucuyu doğrular mahiyette olmasına rağmen sadece tutanağı imzalamış olmasının varılan sonucu neden güçlendirdiği anlaşılır değildir. Başvurucu, iddialarının ve olayın gerçekleşme şekline ilişkin anlatımının gerçekliğini kanıtlamak için keşif yapılmasını ve kamera kayıtlarının getirtilmesini talep etmesine rağmen başvurucunun talepleri konusunda herhangi bir araştırma yapılmamış, yapılmamasına ilişkin bir gerekçe de sunulmamıştır. Başvurucu; söz konusu işyerine uzun süredir oğlunun, olay günü ise kendisinin rahatsızlığı nedeniyle geldiğini belirtmesine rağmen İdare Mahkemesinin başkaca bir delil toplamaksızın tutanağa konu eylemleri nedeniyle başvurucunun işyerinde çalıştığını kabul etmesi sadece kamu makamlarının sunduğu delillere itibar ettiğini, başvurucunun itirazlarına ise hiç şans tanımadığını göstermektedir. İdare Mahkemesi yaptığı yargılamada olayla ilgili tutanağın ve idari makamların vardığı sonucun güvenilirliğini hiç sorgulamamış, başvurucunun iddialarının gerçekliğine kapalı bir tutum sergilemiştir.

34. Hukuka uygun olarak ikamet ederken sınır dışı edilmesine karar verilen bir yabancının sınır dışı edilmesine karşı itiraz etme, kanıtlar sunma, iddiaların doğruluğuna karar verecek nitelikte bir inceleme yapılmasını isteme haklarına sahiptir. Somut olayda uyuşmazlığın esasına etkili bazı delillerin toplanmasını isteyen başvurucunun talepleri hiçbir gerekçe sunulmadan görmezden gelinmiş; başvurucu, kanıt sunma imkânından mahrum bırakılmıştır. Ayrıca yapılan yargılamada sınır dışı etmeye dayanak oluşturan delillerin gerçekliği tartışılmadan sadece kamu makamlarının başvurucu aleyhine topladığı delillere itibar edilerek şeklî anlamda bir incelemeyle yetinilmiştir.

35. Sonuç olarak sınır dışı edilmesine karşı gerekçeler öne sürebilme ve durumunu yeniden inceletme güvencelerinden yararlandırılmayan başvurucuya Anayasa’nın 40. maddesi anlamında etkili bir başvuru hakkının sağlandığı söylenemez.

36. Açıklanan gerekçelerle sınır dışı etme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucu, olayın gerçekleştiği 21/10/2019 tarihinde kolluk tarafından saatlerce tutulduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Götürüldüğü polis merkezinde şüpheli olarak değil bilgi veren sıfatıyla beyanı alınan başvurucunun sınır dışı etme işlemi kapsamında tutulduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun idari gözetim kararı olmaksızın tutulmaktan şikâyetçi olduğu değerlendirilmiştir.

39. Başvurucunun göç idaresine sevk edildiği 22/10/2019 tarihine kadar kolluk tarafından tutulduğu, 24/10/2022 tarihinde ise yurdu terke davet edildiği görülmüştür. Başvurucu, tutulmasından doğan zararlarının tazmini için bireysel başvuru yapmadan önce tazminat davası açmamıştır (bu gereklilik yönünden benzer yönde değerlendirmeler için bkz. B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017,§ 74).

40. Bu durumda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından yukarıda açıklanan ilkeden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.

41. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

42. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

43. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargımercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılamaişlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

44. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyleKABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Sınır dışı etme işlemlerindeki usul güvenceleri kapsamında yerleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 23. maddesinde güvence altına alınan yerleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. İdare Mahkemesine (E.2019/1283, K.2020/275) GÖNDERİLMESİNE,

D. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Sınır dışı etme işlemine ilişkin verilen tedbir kararının SONLANDIRILMASINA,

G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Hakkaniyete Uygun Yargılanma ve Çalışma Hakkının İhlal Edildiği İddialarına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Cevat Güler Başvurusu

Başvuru; iş akdinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

CEVAT GÜLER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/18791)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; iş akdinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında hukuk kurallarının hatalı uygulanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu 15/12/2010 tarihinden itibaren M.A.İ.V.N.P. Tesisleri İşletme Başkanlığı Batı Bölge İstanbul İşletme Müdürlüğü (Şirket) bünyesinde kalifiye işçi olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 21/7/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 27/7/2017 tarihinde tutuklanmıştır.

3. Şirket 22/7/2017-27/7/2017 tarihleri arasında başvurucunun devamsızlık yaptığına dair tutanak tutmuştur. İşyeri Disiplin ve Danışma Kurulu tarafından 28/7/2017 tarihinde özürsüz ve mazeretsiz olarak mesaiye gelmeme nedeniyle başvurucunun görevden çıkarma cezası ile tecziye edilmesine karar verilmesi üzerine iş akdi feshedilmiştir. Söz konusu karar başvurucunun eşine 2/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

4. Başvurucu 21/8/2017 tarihinde Şirkete dilekçe sunmuştur. Dilekçesinde, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenen sürenin beklenmesini talep etmiş ve tutuklama zaptı örneğini dilekçesine eklemiştir.

5. İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 29/12/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluğun devamını gerektirir hukuki durum mevcut olmadığından tahliyesine karar vermiştir.

6. Şirket 12/1/2018 tarihinde başvurucunun iş akdinin 17/9/2017 tarihi itibarıyla feshedilmesine karar vermiştir. Fesih kararında, İşyeri Disiplin veDanışma Kurulunun 28/7/2017 tarihli görevden çıkarma kararının usul hatasından dolayı iptal edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinden dolayı ihbar süreleri gözönüne alınarak 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesindeki bildirim süresi olan sekiz haftanın beklenmesi ve tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 17/9/2017 tarihi itibarıyla iş akdinin feshedilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

7. Başvurucu 15/1/2018 tarihinde Şirkete başvurarak görevine iade talebinde bulunmuştur. Şirket, başvurucunun tutukluluğundaki süre gözönünde tutularak iş akdinin feshedildiğini belirterek 26/1/2018 tarihinde başvuruyu reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu 1/3/2018 tarihinde feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle dava açmıştır.

8. İstanbul Anadolu 15. İş Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2019 tarihinde davayı kabul etmiştir. Kararda, Şirketin 12/1/2018 tarihli kararı fesih sebebini değiştirme olarak yorumlanmış ve feshe dayanak yapılan sebeplerin sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun ihbar süresi içinde 21/8/2017 tarihinde tutukluluk durumunu bildirdiği ve Şirketin bu bildirimle ilgili olarak herhangi bir işlem yapmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun haklı ve mazur görülebilecek, kendi kusurundan kaynaklanmayan ve iradesi dışında gelişen sebeplerle başvuru talebinde bulunamadığı anlaşıldığından davanın kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

9. Şirket 20/11/2019 tarihinde anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu 27/11/2019 tarihinde istinaf başvuru dilekçesine cevap vermiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 29. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 11/2/2021 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda, 12/1/2018 tarihinde devamsızlık nedeniyle yapılan feshin usul hatasından dolayı iptal edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinden dolayı ihbar süresi de gözönünde tutularak 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesinde belirtilen sekiz haftalık bildirim süresinin beklendiği ve bu süreyi aşan tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 17/9/2017 tarihi itibarıyla iş akdinin feshedildiği ifade edilmiştir. Şirket tarafından başta tutukluluk hâlinin bilinmediği, daha sonra tutukluluk hâlinin öğrenilmesi ile birlikte 4857 sayılı Kanun’un 25. maddesi uyarınca iş akdinin feshedilmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

10. Nihai karar başvurucuya8/3/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

11. Başvurucu; Bölge Adliye Mahkemesince feshe bağlılık ilkesinin ihlal edildiğini ve Şirket tarafından fesih sebebinin sonradan değiştirildiğini belirtmiştir. Bunu ısrarla belirtmesine karşın Bölge Adliye Mahkemesince durumun usul hatası olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Tutukluluk hâlini Şirkete bildirmesine rağmen Şirket tarafından bildirim yapılmamış gibi karar alındığını iddia ederek adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

12. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; hukuk kurallarını yorumlama yetkisinin yargı mercilerine ait olduğu ve ilgili yargı mercileri tarafından yapılan tespit ve değerlendirmelerin bariz bir takdir hatası ve keyfîlik içermediği belirtilmiştir. Başvurucunun şikâyetlerinin kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

13. Başvurunun bu kısmı hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

14. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam [2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

15. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda mahkemelerin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa’daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa’da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

16. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule dair bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin, mahkemelerin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi mahkemelerin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).

17. Başvurucu, Şirket bünyesinde çalışmaktayken 27/7/2017 tarihinde tutuklanmıştır. İşyeri Disiplin ve Danışma Kurulu tarafından 28/7/2017 tarihinde devamsızlığa bağlı olarak görevden çıkarma cezası verilmesi üzerine başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 21/8/2017 tarihinde tutuklanma hususunu Şirkete bildirmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Şirket 12/1/2018 tarihinde görevden çıkarma cezası nedeniyle iş akdinin feshedilmesine dair kararın usul hatasından dolayı iptaline ve tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle 4857 sayılı Kanun’un 17. maddesinde yer alan sekiz haftalık bildirim süresi de dikkate alınarak 17/9/2017 tarihi itibarıyla başvurucunun iş akdinin feshedildiğine karar vermiştir. Başvurucu 15/1/2018 tarihinde Şirkete başvurarak işe dönmeyi talep etmiştir. Talebin kabul edilmemesi üzerine feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.

18. Mahkeme davayı kabul etmiştir. Kararda; Şirketin 12/1/2018 tarihli kararının fesih sebebinin değişikliği anlamına geldiğini, feshe dayanak yapılan sebeplerin sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun ihbar süresi içinde tutukluluk hâlini Şirkete bildirmiş olduğunu, bu durumla ilgili olarak Şirket tarafından herhangi bir işlem yapılmadığını belirterek feshin geçersiz olduğunun tespitine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir.

19. Bölge Adliye Mahkemesi ise Şirket tarafından 28/7/2017 tarihli kararın sehven alındığı gerekçesiyle usul hatasından dolayı iptal edildiğini belirtmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devam etmesi nedeniyle sekiz haftalık bildirim süresinin beklendiğini ve bu süreyi aşan tutukluluk hâlinin devam etmesi sonucunda 12/1/2018 tarihli karar ile 17/9/2017 tarihinden geçerli olmak üzere fesih işleminin yapıldığını ifade etmiştir. Kararında ayrıca Şirketin başlangıçta tutukluluk hâlinden haberdar olmaması üzerine devamsızlığa dayalı fesih yoluna gittiğini vurgulamış ve başvurucunun tutukluluk hâlini sonradan bildirmesi üzerine bilahare alınan 12/1/2018 tarihli kararın hukuka uygun olduğu kanaatine varmıştır.

20. Bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği gereği, ilgili mevzuatı yorumlamak yargı mercilerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğidir. Bu kapsamda bilirkişi raporunun değerlendirilmesi ve bu değerlendirmeye göre tazminat miktarının hesaplanması Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, mahkemelerce yapılan yorumların Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkına etkisini somut olayın şartları ışığında incelemektir.

21. Somut olayda başvurucu; tutuklandığını, tutuklandığı tarihten itibaren yaklaşık 1 ay sonra Şirkete bildirmiştir. Şirket, tutuklanma durumunun en başta bildirilmemesi nedeniyle ilk önce devamsızlığı gerekçe göstererek iş akdini feshetmiştir. Daha sonra 12/1/2018 tarihinde karar alarak, usul hatası içeren ilk kararını iptal etmiş ve başvurucunun tutukluluk durumunu gözönünde bulundurarak sekiz haftalık bildirim süresinden sonra iş akdinin 17/9/2017 tarihi itibarıyla feshedilmesine karar vermiştir.

22. Mahkeme, Şirket tarafından verilen 12/1/2018 tarihli kararı fesih sebebinin değiştirilmesi olarak kabul etse de Bölge Adliye Mahkemesi, Şirket tarafından usul hatası nedeniyle 12/1/2018 tarihli kararın alındığını ifade etmiştir. Bu kararda mevzuatta belirtilen bekleme sürelerine riayet edildiğini, zımnen de olsa söz konusu durumun fesih sebebinin değiştirilmesi olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir. Bu sebeple yapılan feshin hukuka uygun olduğunu dile getirmiştir.

23. Mahkemelerce sonuca hangi nedenle ulaşıldığının, başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçe sunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesinin yaptığı değerlendirme hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasına yönelik olup bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir unsur içermediği anlaşılmıştır. Bu itibarla başvuru konusu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve hukuk kurallarını yorumlamasına ilişkin olduğu, mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkına yönelik şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

24. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Çalışma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

25. Başvurucu, haksız bir şekilde iş akdinin feshedilmesi nedeniyle çalışma hürriyetinin elinden alınmasından şikâyet etmiştir. Öte yandan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Başvurunun bu kısmı çalışma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

27. Anayasa Mahkemesinin Onurhan Solmaz ([1. B.], B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) ve Serkan Acar ([1. B.], B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 24) kararlarında yer alan tespit ve değerlendirmelere göre özetle ihlal edildiği ileri sürülen çalışma hürriyeti ve çalışma hakkının Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin ortak koruma alanına girmediği sonucuna ulaşılmıştır.

28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Çalışma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Evlenme/Aile Kurma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Ayşe Kukuş ve Diğerleri

Başvurular, boşanma davalarının uzun sürmesi nedeniyle başvurucuların yeniden evlenme ya da aile kurma imkânından mahrum bırakıldıkları ve bu nedenle evlenme haklarının ihlal edildiği iddialarına dayanmaktadır. Tüm başvurularda Komisyon, adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddiasını, başvuru yolları tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmuş; evlenme hakkına yönelik ihlal iddiasının ise kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

Başvurucular, boşanma sürecinin gereksiz yere uzamasının, yeni bir evlilik yapmalarına veya aile kurmalarına engel olduğunu ileri sürmektedir. Evlenme hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesinde açıkça düzenlenmiş bir temel haktır. Her ne kadar Anayasa’da evlenme hakkına dair doğrudan bir hüküm bulunmasa da, Anayasa Mahkemesi bu hakkın Anayasa’nın bazı hükümleri kapsamında zımnen yer aldığını kabul etmektedir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

AYŞE KUKUŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2022/55753)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvurular, boşanma davasının uzun sürmesi nedeniyle evlenme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyaların, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/55753 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2022/55753 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmesi gerekir.

3. Başvurucuların taraf oldukları boşanma davalarında deliller toplanmak suretiyle yargılamalar yapılmıştır. Başvuru konusu olan tüm yargılamalar kesinleşerek sona ermiştir.

4. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır.

5. Komisyon 2022/55753 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Ayrıca tüm başvurularda Komisyonca adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, evlenme hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

6. Başvurucular, hızlı ve etkili bir yargılama süreci yürütülmediğinden evlenme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

7. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvurucuların özel hayata saygı hakkı kapsamında kalan evlenme hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

8. Başvurucular, boşanma davasına ilişkin sürecin uzaması nedeniyle yeniden evlenme/aile kurma hakkından mahrum bırakıldığını ileri sürmektedir. Evlenme hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesinde ayrıca ve özel olarak düzenlenmiştir. Anayasa’da ise evlenme hakkı ile ilgili açık bir normatif düzenleme bulunmamakla birlikte bu hakkın Anayasa’da yer verilen bazı hükümlerde mündemiç olduğu Anayasa Mahkemesince kabul edilmiştir (Hüseyin Kesici [1. B.], B. No: 2013/3440, 20/4/2016, § 44; Ö.Ç. [1. B.], B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 51; D.K.[2. B.], B. No: 2015/11159, 25/9/2019, § 57; S.A. [1. B.], B. No: 2017/40199, 8/9/2020, § 48; Sabire Güngör [GK], B. No: 2019/32487, 29/2/2024, § 40).

9. Anayasa Mahkemesine göre Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri, evlenme ve aile kurma hakkı açısından önemli birer normatif dayanaktır (Hüseyin Kesici, § 44;S.A., § 50; Ö.Ç., § 51; D.K., § 57; Sabire Güngör, § 42).Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı hakkının güvencelerinden bahsedilebilmesi için öncelikle aile olarak nitelendirilebilen bir birlikteliğin ya da yakın bağın varlığı gerekir (Murat Demir [GK], B. No: 2015/7216, 27/3/2019, § 72). Bununla birlikte aile hayatına saygı hakkı aile kurma hakkını değil daha önce gerçekleşen bir evlilikle ortaya çıkan aile hayatına saygıyı korumaktadır. Aile kurma/evlenme hakkı ise belirli şartları taşıyan bireylerin kanunlara uygun şekilde evlenebilmeleri açısından hakkın amacına uygun şekilde gerekli koşulların ve kolaylığın sağlanmasını güvence altına almaktadır. Anılan madde ve Anayasa’nın 41. maddesinin gerekçesinden hareketle Anayasa Mahkemesi amaçsal bir yorum ile belirtilen hakkın Anayasa’da güvence altına alındığı sonucuna ulaşmıştır (Hüseyin Kesici, §§ 44-51; Ö.Ç., §§ 51-54; D.K., § 57; S.A., §§ 50, 51; Sabire Güngör, §§ 40-43).

10. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, anılan hakkı salt belirli bir kişiyle evlenme talebiyle sınırlamamış olup değerlendirmede geniş anlamda aile kurma iradesini esas almaktadır. Ayrıca hukuk sistemimizde mevcut evliliğin sona ermesiyle yeniden evlenmenin mümkün olduğunu, sadakat yükümlülüğünün boşanma davası süresince de devam ettiğini gözeterek kişinin özel ve aile hayatını düzenleyebilmesi, aile kurma bağlamında özel hayatına dair kararlar alabilmesi için devletin boşanma davalarını makul bir sürede sonlandırma yükümlülüğü olduğunu kabul etmiştir (Sabire Güngör, § 44). Dolayısıyla boşanma davasına ilişkin sürecin ve akabinde gerçekleştirilecek işlemlerin hakkın özünü zedelemeyecek şekilde uygun bir zaman aralığında ve etkili hukuki çarelere başvurularak tamamlanması evlenme hakkının gerekliliklerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır (D.K., § 61; S.A., § 56). Bu kapsamda boşanma davasının evlenme hakkının özünü zedeler bir duruma gelmemesi noktasında devlete yüklenen pozitif yükümlülük kararın sonucundan ziyade usulüne ilişkindir (S.A., § 58; Sabire Güngör, § 52).

11. Bununla birlikte devletin pozitif yükümlülüklerinin temelinde ailenin kurulması ile evliliğin gerçekleştirilmesine yönelik hukuki şartların düzenlenmesi ve uygulanması olduğu söylenebilir (D.K., § 60; S.A., § 55; Ö.Ç., § 53). Bu bağlamda evlenmeyi aşırı derece zorlaştıran prosedürlere yer verilmemesi ve evlenmeye ilişkin normların ayrımcı bir şekilde uygulanmaması da gerekmektedir (Hüseyin Kesici, § 48). Anılan ilkeler çerçevesinde Anayasa Mahkemesi evliliğe ilişkin sınırlamalara ve boşanma davasının uzun sürmesi nedeniyle yeniden evlenme/aile kurma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları özel hayata saygı hakkının kapsamı içinde bulunan evlenme hakkı bağlamında incelemiştir (bu yöndeki kararlar için bkz. boşanma davasının uzun sürmesine ilişkin D.K.; S.A.Muhammet Seme [1. B.], B. No: 2021/24581, 17/9/2024; Sabire Güngör; sınırlamalar için Hüseyin Kesici; Ö.Ç.).

12. Başvuru konusu olaylarda başvurucuların boşanma davasının uzun sürmesi nedeniyle yeniden evlenemediğinden ve aile kuramadığından yakındığı gözetildiğinde anılan kararlarda ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektirir bir durum görülmemiş ve özel hayata saygı hakkının kapsamı içinde bulunan evlenme hakkı bağlamında inceleme yapılmıştır. Ayrıca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan evlenme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

13. Somut olaylarda açılan çekişmeli boşanma davalarının yaklaşık 5 yıl ilâ 7 yıl arasında sürdüğü görülmektedir. Yargılamalar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde başvurucuların yargılama sürecinde takip ve özen yükümlülüğünü yerine getirmediğinden söz edilemez. Bunun yanında yargılamaların uzamasında başvurucuların bir dahlinin bulunduğunun söylenemeyeceği dikkate alındığında somut olayın koşullarında evlenme hakkını zedelemeyecek şekilde gerekli özen yükümlülüğünün gösterilmediği ve yargılamaların sonuç itibarıyla makul bir sürede tamamlanmadığı sonucuna ulaşmak mümkündür. Böylece devletin boşanma davalarını makul bir sürede sonlandırma yükümlülüğünü yerine getirmediği ve bu suretle kişinin özel ve aile hayatını düzenleyebilmesi, aile kurma bağlamında özel hayatına dair kararlar alabilmesi yönünden başvuruculara evlenme hakkını zedeleyecek şekilde külfet yüklendiği sonucuna varılmıştır.

14. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan evlenme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

15. Başvurucular; ihlalin tespiti, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

16. Anayasa Mahkemesi yapılan inceleme sonucunda Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan evlenme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararının niteliği gereği ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Öte yandan yalnızca evlenme hakkının ihlal edildiğinin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Bazı başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmayıp başvurucular da yeterli bilgi ve belge sunmadığından maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvuruların BİRLEŞTİRİLMESİNE,

B. Evlenme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde güvence altına alınan evlenme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Ekli listenin (H) sütununda belirtilen manevi tazminatların başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ekli listenin (E) sütunundaki harçların ve (F) sütunundaki vekâlet ücretlerinin başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için ekli listenin (Ç) sütununda gösterilen mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiği İddiasına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Mustafa Uçar Başvurusu

Başvuru, başvurucunun gözaltına alınmadan önce ve gözaltında bulunduğu süre boyunca kolluk görevlileri tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı iddiasıyla yaptığı şikâyet üzerine, yetkili makamlarca etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına dayanmaktadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

MUSTAFA UÇAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/38890)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, gözaltına alınmadan önce ve gözaltındayken kolluk görevlilerince fiziksel ve psikolojik şiddet uygulandığı iddiasıyla yapılan şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olduğu gerekçesiyle yargılanan başvurucu, başvurunun incelenme tarihi itibarıyla terör örgütüne üye olma ve kamu kurumu aleyhine dolandırıcılık suçlarından mahkûm edilmiş olup hükümlü sıfatıyla ceza infaz kurumunda bulunmaktadır (15 Temmuz darbe girişimine ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017).

3. Başvurucu 11/3/2020 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Bu şikâyet dilekçesine göre 2017 yılı Mayıs ayında evinin önünden kendilerini istihbarat görevlisi olarak tanıtan iki kişi tarafından kaçırılmış, bu kişiler tarafından bindirildiği araç içinde darp edilmiş, ölümle ve eşinin takip edildiğine dair sözlerle aile bireylerinin güvenliği ile ilgili tehdit edilmiş ve daha sonra aranacağı söylenerek serbest bırakılmıştır. Takip eden günlerde bu şahısları evinin etrafında birkaç defa gören başvurucu bir süre sonra telefonla aranarak bir alışveriş merkezine çağrılmış, buraya gittiğinde ise kendisine fotoğraflar gösterilerek yine tehdit edilmiştir. 17/6/2017 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şubesi görevlilerince gözaltına alınan başvurucu, aynı iki şahıs tarafından alınarak Terörle Mücadele Şubesine götürülmüş ve burada da kendisine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanarak müdafii eşliğinde ifadesi alınmıştır. 22/6/2017 tarihinde adli kontrol şartıyla serbest bırakılan başvurucu ikinci defa gözaltına alındığı 11/4/2018 tarihine kadar geçen sürede de yine aynı iki şahıs tarafından sürekli bildiklerini anlatması yönünde baskı gördüğünü ve psikolojik şiddete uğradığını iddia etmiştir. Gözaltında on dört gün kaldığını ve sağlık kontrolleri dışında da zaman zaman bu iki kişi tarafından nezarethaneden çıkarıldığını iddia eden başvurucu, ifadesinin de bu şahısların fiziksel ve psikolojik şiddeti ile oluşturulduğunu ileri sürmüş ve herhangi bir belge ya da delile dayanmaksızın kendisine kötü muamele uyguladığını iddia ettiği kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur.

4. Başsavcılık, 25/7/2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (668 sayılı KHK) 37. maddesi gereğince ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma ve kovuşturma olanağı bulunmadığı gerekçesiyle 16/7/2020 tarihinde soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz sulh ceza hâkimliği tarafından 3/9/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

5. Başvurucu, nihai kararı 19/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 2/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

6. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

7. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

8. Başvurucu, gözaltına alınmadan önce kendilerini istihbarat personeli olarak tanıtmış olan kamu görevlileri tarafından kaçırılması, yine gözaltına alınmadan önce ve gözaltı sürecinde kötü muameleye maruz kalması ve bu olaylara ilişkin şikâyeti hakkında Başsavcılıkça gerekçesiz karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; başvurucunun gözaltına alınmasından uzun bir süre geçtikten sonra kötü muamele iddiasında bulunduğu, ihlal iddialarının incelenmesi sırasında ilgili mevzuat hükümleri ve içtihatlar ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

9. Başvuru, kötü muamele yasağı kapsamında incelenmiştir.

10. İspat külfetinin devlete geçtiği durumların söz konusu olmadığı hâllerde kötü muameleye uğramaları nedeniyle mağdur olduklarını ileri süren kişiler, kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delilleri -haklı bir gerekçeleri olmadığı sürece- zamanında yetkili makamlara sunma konusunda özenli davranmakla yükümlüdür. Olgulara dayanmayan yetersiz açıklamalar, iddiaların deliller ile desteklenmemesi hatta kimi zaman delillerin uyumsuzluğu veya kötü muamelenin yapıldığı yer, zaman ve diğer konulardaki çelişkili ifadeler gibi hususlar kötü muamelenin gerçekliğini şüpheye düşürür. Bu durumda iddianın savunabilir olduğundan dolayısıyla bu iddialara ilişkin derhâl resmî bir soruşturma başlatılması gerekliliğinden söz edilemez. Kaldı ki iddialarını güçlü bir dayanakla birlikte yetkili merciler nezdinde dile getirmemeleri hâlinde mağdur olduğunu ileri süren kişilerin etkili bir soruşturma yürütülmesine ilişkin meşru (haklı) bir beklentiye girebileceklerinin söylenebilmesi mümkün değildir (Beyza Metin [1. B.], B. No: 2014/19426, 12/12/2018, §§ 45-47).

11. Somut olayda başvurucu gözaltına alınmadan önce ve ilk gözaltına alındığı süreçte, adli kontrol şartıyla serbest kaldığı tarih ile ikinci kez gözaltına alındığı tarih aralığında ve son olarak ikinci defa gözaltına alındığında kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmesine rağmen -başvuru formunda ikinci gözaltına alındığı dönemde sağlık raporlarının alınması amacıyla nezarethaneden çıkarılmış olduğunu da ifade ederek- uğramış olduğu fiziksel şiddet eylemleri sonucu meydana gelen herhangi bir fiziksel yaralanmadan bahsetmemiş olduğu gibi fiziksel bir yakınmada da bulunmamıştır. Kendisini istihbarat görevlisi olarak tanıtan iki kişi tarafından ilk gözaltına alındığı tarihten önce evinin önünden kaçırıldığını iddia eden başvurucu; anlatımında tüm süreçler boyunca fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmış ancak kendi beyanına göre yine aynı süreçte ifadeler vermiş, birden fazla defa hâkim önüne çıkmış, müdafii ile görüşmüş, dahası 22/6/2017 tarihi ile 11/4/2018 tarihleri arasında yaklaşık on ay süreyle adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Tüm bu süreç boyunca kötü muamele iddiasını dile getirmemiş olan ve şikâyetini yetkili mercilere iletmek noktasında herhangi bir engel, endişe ya da korku duyduğundan bahsetmeyen başvurucunun şikâyette bulunmak için niçin yaklaşık iki yıla yakın bir süre beklediği hususunda da açıklamada bulunmadığı görülmüştür. Dolayısıyla iddiaları savunulabilir nitelikte olmayan başvurucunun iddialarını güçlü bir dayanakla birlikte yetkili merciler nezdinde dile getirmemesi nedeniyle somut olayda başvurucunun iddialarına ilişkin resmî bir soruşturma yürütülmesi gerekli değildir.

12. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Mülkiyet Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddialarına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Aydınlar Yapı Malzemeleri Turizm İnşaat Pazarlama Ve Tic. Ltd. Şti.

Başvuru, icranın geri bırakılması davasında çek için belirlenen zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 13/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

AYDINLAR YAPI MALZEMELERİ TURİZM İNŞAAT PAZARLAMA VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/24910)

Karar Tarihi: 28/5/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, icranın geri bırakılması davasında çek için belirlenen zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 13/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Ahmet Sağlam ([2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 27) ve Erendiz Önal ([1. B.], B. No: 2014/1133, 30/6/2014, §§ 24-34) kararları da bu yöndedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Hüseyin Aşkan ([2. B.], B. No: 2017/15649, 21/7/2020) kararında, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede başvurucu vekili tarafından nihai kararın açılarak okunduğu tespit edilen tarihi, nihai kararın sonucunun öğrenildiği tarih kabul ederek bireysel başvuru süresini bu tarihten itibaren başlatmış ve başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşmıştır.Bireysel başvuru formunda nihai kararın tebliğ veya öğrenme tarihinin 13/7/2020 olarak ifade edilmesine ve UYAP işlem kütüğünde de aynı tarihte nihai kararın öğrenildiğinin anlaşılmasına rağmen başvurunun otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 13/8/2020 tarihinde yapıldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 28/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Mahkemeye Erişim ve Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Orhan Başkara Başvurusu

Başvuru, gerekçesi açıklanmayan mahkeme kararının tefhim tarihinden itibaren istinaf süresinin başlatılması ve bu nedenle başvurucunun istinaf talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi sonucu mahkemeye erişim hakkı ile, aleyhine verilen para cezası nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

Başvurucu, ihalenin feshi istemiyle açtığı davanın reddedilmesi üzerine kararı istinaf etmiştir. Ancak İcra Mahkemesi, başvurunun süresinde yapılmadığını belirterek istinaf talebini ek kararla reddetmiştir. Bu ek karara karşı yapılan istinaf başvurusu da istinaf mahkemesince kesin olarak reddedilmiş; temyiz talebi ise kararın kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle Yargıtay tarafından geri çevrilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 28.12.2021 tarihinde öğrendikten sonra, 27.01.2022 tarihinde bireysel başvurusunu süresi içinde yapmıştır.

Başvurunun kabul edilebilirliği Bölüm tarafından incelenecektir. Adalet Bakanlığı, Türkiye Vakıflar Bankası’nın konuya ilişkin görüş yazısını sunmuş ve başvurunun değerlendirilmesinde Anayasa, ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın özel koşullarının göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

ORHAN BAŞKARA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2022/13323)

Karar Tarihi : 12/3/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; istinaf başvuru süresinin, gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; aleyhine para cezası hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Başvurucu; ihalenin feshi davası açmış, mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, kararı istinaf etmiştir. İcra Mahkemesi ek kararla başvurucunun istinaf talebini kararın tefhim edildiği tarihten itibaren süresi içinde yapılmadığını belirterek reddetmiştir. Başvurucu, söz konusu bu ek kararı istinaf etmiştir. İstinaf mahkemesi başvurucunun ek karara ilişkin istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Bu karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yargıtay, istinaf mahkemesi kararının kesin olduğu gerekçesiyle temyiz talebini reddetmiştir.

3. Başvurucu, nihai hükmü 28/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2022 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğünün görüş yazısını bildirmiştir. Başvurucunun temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiğine işaret edilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

4. Anayasa Mahkemesi, somut başvuru ile aynı nitelikteki ihlal iddialarını incelediği Rüstem Gül ([2. B.],B. No: 2021/26038, 22/11/2023)kararında, uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi; gerekçesi açıklanmamış bir hükmün tefhim edilmiş bir hüküm olarak sayılmayacağını, gerekçeli karar tebliğ ya da tefhim edilmeden kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi; başvurucunun kısa kararla birlikte kararın gerekçesini öğrenemediği, dolayısıyla karar gerekçesini bilmeyen başvurucudan kısa kararın tefhiminden itibaren istinaf kanun yoluna başvurmasını beklemenin başvurucuya ağır bir külfet yüklediği bu durumda kanun yolu merciinin somut olayın şartlarında istinaf süresini, ilk derece mahkemesinin kararının gerekçesi açıklanmadan tefhim tarihinden itibaren başlatmasına ilişkin yorumunun öngörülemez nitelikte olduğu, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu, müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Rüstem Gül, §§ 41, 42).

5. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu itibarla Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

6. Başvurucunun davanın esasına ilişkin olarak mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmekle birlikte mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden bu aşamada mülkiyet hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

7. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa’nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

8. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılması için Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesine (E.2021/2517, K.2021/1714) iletilmek üzere Denizli 3. İcra Hukuk Mahkemesine (E.2020/366, K.2021/280) GÖNDERİLMESİNE,

D. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiasına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı – Aydın Boybey Başvurusu

Başvuru, delillerin yanlış değerlendirilerek mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına dayanmaktadır. Başvurucu, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı bulunmaksızın yalnızca CGNAT verilerine dayanılarak hüküm kurulduğunu, ayrıca aleyhine sunulan tanık ifadelerinin ilgili dönemi kapsamadığını belirterek yargılamanın adil yürütülmediğini öne sürmüştür.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

AYDIN BOYBEY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18443)

Karar Tarihi: 11/6/2025

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi suretiyle mahkûmiyete karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır.

3. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 14/6/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; başvurucunun ByLock kullanıcısı olması, tanık ifadelerine göre örgüte ait evlerin sorumluluğunu üstlenmesi ve sohbetlere katılması neticesinde atılı suçu işlediği iddia edilmiştir.

4. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İzmir 14. Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Mahkemece yetkisizlik kararı verilerek dosya, Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 23/1/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı’nda -diğerlerinin yanı sıra- dosyanın resmî uzman bilirkişiye tevdii ile ByLock ve HTS kayıtları ile ilgili rapor tanzim etmesinin istenmesine, tanık G.K.nın zorla getirilmesine, tanık M.O.Ö.nün istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir.

5. Duruşma üç celsede bitirilmiştir. Birinci celsede, ByLock ile ilgili uzman bilirkişi tarafından hazırlanan rapor Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu raporda; sanığa ait 505…07 No.lu telefon hattının 24/8/2014-28/10/2014 tarihleri arasında toplam on beş günde 1.508 kez ByLock sunucularına ait IP adresleriyle iletişim kurduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Yine aynı celsede duruşma solununda hazır olan tanık G.K. beyanında; başvurucuyu tanıdığını, 2012-2013 yılları arasında Malatya’da görev yaparken örgüte ait evde kaldığını, sanığın kaldığı eve zaman zaman gelerek ihtiyaçları, sıkıntıları olup olmadığını sorduğunu, sanığın o dönem örgütün bekâr evlerinin sorumlusu olduğunu duyduğunu ifade etmiştir.

6. İkinci celsede, sanığın ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen dijital materyallere ilişkin rapor Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu raporda, örgütün gizli haberleşme araçları olanByLock ve Eagle uygulamalarının verilerinin cep telefonunda tespit edildiği belirtilmiştir. Yine aynı celsede tanık M.O.Ö.nün bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan istinabe yazısına ikmalen cevap verilmiştir. Tanık M.O.Ö. istinabe yoluyla alınan beyanında başvurucuyu tanıdığını, 2010-2013 yılları arasında Malatya’da görev yaparken örgüte ait evde kaldığını, sanığın kaldığı eve zaman zaman gelerek ihtiyaçları, sıkıntıları olup olmadığını sorduğunu, daha sonra sanık ile aynı evde kaldıklarını, aynı evde kaldıkları sırada sanığın başka gruplarla sohbetlere katıldığını ifade etmiştir.

7. Üçüncü celsede, iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Başvurucu ve müdafii süre talebinde bulunmamış, esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

[S]anığın adına kayıtlı 35579805020588 IMEI nolu telefon ile 15 farklı günde toplam 1.508 kez By[L]ock sunucularına ait IP adreslerine iletişim kurduğunun tespit edildiği, yine sanıktan ele geçirilen dijital materyallerin incelenmesi sonucunda da ‘By[L]ock’ ve ‘[EAGLE]‘ isimli uygulama verisinin tespit edildiği, bu hâliyle sanığın örgüt mensuplarıyla gizlilik çerçevesinde haberleşmek, örgütten gelen talimatları almak amacıyla kul[l]andığının anlaşıldığı, yine tanık sıfatıyla dinlenen [G.K.] ve [M.O.Ö.nün] beyanlarından örgütün o dönemdeki evlerinde kaldıklarını ve sanığın kaldıkları evden sorumlu olduğunu zira sanığın evlerine geldiğinde ihtiyaçları olup olmadığı ile ilgilendiği, bu hâliyle sanığın örgüt yapılanması içerisinde sorumluluğunun olduğunun kabulü gerektiği, sanık her ne kadar İzmir’den Malatya iline tayin olduktan sonra kıs[a] bir süreliğine ev bulamadığı için 1-2 ay örgütün o dönem ki evinde kaldığını ancak hayat tarzı nedeniyle kendi bekâr evinde kaldığını belirtmiş ise de sanığın savunmasının tanık beyanları ve dosya kapsamındaki deliller ile birlikte değerlendirildiğinde cezadan kurtulmaya yönelik olduğu mahkememizce anlaşılmakla örgütün gayesini bilerek ve benimseyerek bu örgüte girip, örgüte katılmayı, bağlanmayı ve hiyerarşik gücün emrine girmeyi kabul ettiği, örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olup örgütün faaliyetleri çerçevesinde eylemlerde bulunduğu dolayısıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği… [anlaşılmıştır.]

8. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi (Daire) 4/10/2018 tarihinde başvurucunun Mahkeme kararına yönelik istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu, Daire kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş, Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi 12/3/2019 tarihinde Daire kararını onamıştır.

9. Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nın bulunmadığını, mahkûmiyete esas alınan tanık beyanlarının 17-25 Aralık sürecinden önceki döneme ilişkin olduğunu belirtmiştir.

10. Başvurucu, nihai hükmü 26/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

11. Komisyon, adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

II. DEĞERLENDİRME

12. Başvurucu; hakkında ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı olmamasına rağmen CGNAT verilerinin mahkûmiyete temel alındığını, hakkındaki tanık beyanlarının 17-25 Aralık sürecinden önceki döneme ait olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

13. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; başvurucunun yargılama aşamasında lehine olan hususları ileri sürebildiği, aleyhine olan delillere karşı çıkabildiği ve yargılamaya konu olaya ilişkin anlatımını mahkemeye sunabildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

14. Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

15. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

16. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı, Anayasa’nın 141. maddesi de dikkate alındığında kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Gerekçeli karar hakkı, yargılamada ileri sürülen tüm iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Tarafların uyuşmazlığın sonucuna etkili nitelikteki iddia ve itirazlarının mahkemesince ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılanması gerekir. Diğer taraftan kanun yolu incelemesi yapan merciin, yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesince karşılanmayan iddia ve itirazların bu defa kanun yolu merciince de değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkının ihlaline yol açar (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2013/1213, 4/12/2013, §§ 25, 26; Yasemin Ekşi [1. B.], B. No: 2013/5486, 4/12/2013, §§ 56, 57; Vesim Parlak [2. B.], B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §§ 33, 34; Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31-39; Münür Ata [2. B.], B. No: 2014/4958, 22/1/2015, §§ 37-43; Hikmet Çelik ve diğerleri [2. B.], B. No: 2013/4894, 15/12/2015, §§ 54-59; Şah Tarım İnşaat Turizm Seyahat Yatçılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2013/7847, 9/3/2016, §§ 36-48).

17. Somut olayda gerekçeli karar içeriğine göre başvurucunun terör örgütü üyeliği suçundan mahkûm olmasında dayanılan deliller toplam 1.508 kez ByLock sunucularına ait IP adreslerine bağlandığına ilişkin tespit ve tanıklar G.K. ve M.O.Ö.nün beyanlarıdır (bkz. § 7).

18. Yargıtay içtihadı uyarınca kişinin ByLock kullanıcısı olduğunun tespiti açısından -somut olayda da olduğu gibi- sadece Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan getirtilen CGNAT kayıtları yeterli delil olarak kabul edilmemektedir [birçok karar arasından bkz. Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 30/6/2021 tarihli ve E.2020/2018, K.2021/4527 sayılı; Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 4/10/2022 tarihli ve E.2021/18943, K.2022/5428 sayılı kararları].

19. Eldeki başvuruda Mahkeme tarafından tanıklar G.K. ve M.O.Ö.nün başvurucunun örgüte ait eve gelmesine, evde kalan kişilere ihtiyaçlarının olup olmadığını sormasına ilişkin beyanlarının başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olduğu yönündeki kanaatin oluşmasında dikkate alındığı sonucuna ulaşmak mümkündür. Diğer bir ifadeyle bu tanıkların anlatımlarının mahkûmiyet kararına götüren tek olmasa da belirleyici niteliktedelil olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Gelinen noktada belirtmek gerekir ki başvurucunun örgüte üye olma suçundan cezalandırılmasında delil olarak kullanılan örgüte ait evlere gitmesi, evde kalanlara ihtiyaçlarının olup olmadığını sorması şeklindeki eylemlerinin örgütsel alanda olduğunun kabul edilmesi için Yargıtay, katıldığı sohbetlerin örgütsel özellik taşıdığının belirlenmesini beklemektedir (benzer karar için bkz. Bilal Celalettin Şaşmaz [1. B.], B. No: 2019/20791, 18/10/2022, § 20).

20. Öte yandan Mahkemenin başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan verdiği mahkûmiyet kararında soyut ifadelere yer vererek iddiaları ayrı ve açıkça tartışmadığı görülmektedir. Bu kapsamda Mahkemenin başvurucunun FETÖ/PDY’nin hiyerarşik yapılanmasına kendi isteğiyle ve bilerek dâhil olduğunu gösteren, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren ve delil olarak kabul edilen ByLock kullanımı olgusunu Yargıtay uygulamasına uygun olarak teknik verilerle yeterli bir şekilde ortaya koyduğunu kabul etmek mümkün olmamıştır. Dahası gerek Mahkeme kararında gerekse Yargıtay onama kararında hangi gerekçeyle Yargıtayın bu yöndeki uygulamasının aksine davranıldığına ilişkin bir açıklamaya da yer verilmediği görülmüştür. Diğer bir deyişle FETÖ/PDY mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensubu tarafından kullanılan bir iletişim ağı olan ByLock programı ile başvurucu arasındaki bağlantının açık bir şekilde kurulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

21. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR bu sonuca katılmamıştır.

III. GİDERİM

22. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması, 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

23. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa’nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

24. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

25. Başvurucu maddi zarara ilişkin olarak bilgi/belge sunmadığından maddi tazminat talebinin, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından da manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/13, K.2018/269) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2025 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvurucu, delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkumiyete karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Sayın Mahkemece yapılan değerlendirmede çoğunluk tarafından, başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği kabul edilmiştir. Aşağıda belirttiğimiz nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Şöyle ki;

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianame ile FETÖ/PDY terör örgütü üyeliğinden başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İddianame İzmir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş yetkisizlik verilerek Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkeme, ilk celsede sanığın kullandığı GSM hattına ilişkin uzman bilirkişi raporu aldırmış ve tanık G.K. duruşmada dinlenmiştir. Tanık ifadesinde 2012-2013 yılları arasında Malatya’da görev yaparken örgüte ait evde kaldığını, sanığın kaldığı eve zaman zaman gelerek ihtiyaçları olup olmadığını sorduğunu, sanığın örgütün bekar evleri sorumlusu olduğunu duyduğunu belirtmiştir. Yine istinabe yoluyla dinlenen tanık M.Ö. de benzer ifadeleri vermiş, ayrıca bir dönem sanık ile örgüt evinde beraber kaldığını, sanığın başka gruplarla sohbete katıldığını belirtmiştir.

Mahkeme dosyasına sunulan uzman bilirkişi raporunda ise, sanığın kullandığı GSM hattının 28.08.2014-28.10.2014 tarihleri arasında toplam 1508 kez “bylock” sunucularına IP adresi ile iletişim kurduğu, dijital metaryallere ilişkin raporda ise bylock ve Eagle uygulamalarının cep telefonunda tespit edildiği belirtilmiştir.Mahkemece, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde sanık tarafından kullanılan GSM hattının “bylock” serverlerine ait IP adreslerine bağlantı yaptığı, cep telefonunda “bylock” ve “eagle” uygulamalarının tespit edildiği, ayrıca sanığın örgüt evinde kaldığı ve bu evin sorumlusu olduğuna dair tanık beyanları olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Bölge Adliye Mahkemesince reddedilmiş, temyiz istemi de Yargıtay (kapatılan) 16. Ceza Dairesi tarafından reddedilerek hüküm onanmıştır.

Başvurucu müdafi yardımından yararlanmış, iddianameye konu eylemler ve dosya kapsamı hakkında bilgi verilmiş ve savunması alınmıştır. Dosya kapsamında tanık ifadeleri alınmış, başvurucuya tanık beyanına karşı savunma imkânı tanınmıştır. Alınan uzman raporunda “bylock” ve “eagle” programlarını kullandığı ve “bylock” sunucusuna bağlantı yaptığı tespit edilmiştir. Yargılamada başvurucuya esas hakkında mütalaaya savunma imkânı tanınmış ve başvurucunun savunması sonrasında hüküm verilmiştir. Yargılamayı yapan Ağır Ceza Mahkemesi tüm dosya kapsamını nazara alarak, hukuk kurallarını nasıl uyguladığını ve yorumladığını, ayrıca takdir yetkisini gerekçelendirerek hüküm kurmuştur. Yerel Mahkemenin kararı istinaf ve temyiz kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Buna göre, başvurucunun bireysel başvurusunda yer alan iddiaları kanun yolu şikâyeti niteliğini haiz olup, bireysel başvuruda bu hususların değerlendirilmesi mümkün değildir.

Dosya içeriğinden anlaşıldığı üzere, başvurucu, başvuruya konu olaydan önce polis memuru olarak görev yapmaktadır. Anayasa Mahkemesi, Aydın Yavuz ve Diğerleri başvurusunda (Başvuru Numarası: 2016/22169, Karar Tarihi: 20/6/2017, R.G. Tarih ve Sayı: 30/6/2017-30110) darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanmaya ilişkin olarak FETÖ/PDY örgütünün özellikleri hakkında kapsamlı açıklamalara yer vermiştir. Söz konusu kararda Millî Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 20/7/2016 tarihli toplantısında darbe girişiminin değerlendirildiği, bu değerlendirmede darbe girişiminin FETÖ tarafından TSK içindeki mensupları vasıtasıyla başlatıldığı, bu örgütün kuruluş aşamasından itibaren etkisi altına aldığı eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, medya kuruluşları, ticari kuruluşlar ve kamu görevlileri aracılığıyla milleti ve devleti kontrol altında tutmayı amaçladığı, yetkili makamlar tarafından yapılan çok sayıda sözlü ve yazılı açıklamada genel olarak, darbe teşebbüsünün Fetullah Gülen’in talimatı ile başlatıldığı ve onun onayladığı plan doğrultusunda TSK içinde yuvalanmış FETÖ/PDY mensupları, örgüt yöneticisi konumundaki kamu görevlileri, siviller ile polis ve jandarma içine sızmış FETÖ/PDY üyeleri tarafından icra edildiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin aynı kararında yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY’ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özelliklerine ve faaliyetlerine ilişkin birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilerek, özetle; FETÖ/PDY’nin yöneticileri ve üyelerinin, faaliyetlerini gizlilik esasıyla yürüttüğü ve gizliliği sağlayacak haberleşme yöntemleri kullandığı, gizlilik anlayışı, devlet yönetimi bakımından önemli görülen TSK, yargı, emniyet ve mülki idare birimlerinde ayrı bir titizlikle uygulandığı, FETÖ/PDY’nin gerçek amacının devleti ele geçirmek olduğu belirtilmiştir.

Yine Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarında belirtildiği üzere, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi yargılamayı yapan yargı mercilerinin görevidir. Anayasa Mahkemesinin görevi ise, yargı mercilerinin yorumlarının açıkça keyfi veya bariz takdir hatası içerecek nitelikte olup olmadığını incelemektir. Başvurucu hakkında terör örgütü üyeliğinin sübut bulduğunu kabul eden yerel mahkeme somut olay bağlamında tanık ifadelerini ve diğer delilleri değerlendirmiş, kararını gerekçelendirmiş ve hüküm kurmuştur. Yerel mahkeme gerekçeli kararında bylock delilleri yanında tanık beyanlarını da nazara aldığını belirtmiş olup, başvurucu hakkında mahkumiyet hükmü kurarken tek ve belirleyici delil olarak bylock deliline dayanmamıştır. Yerel mahkemenin kararı gerekçeli olup, hukuk kurallarının uygulanmasında bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de mevcut değildir.

Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı ihlal edilmediğinden, aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.